🥌 Ahlaki Yozlaşma Ile Ilgili Ayet Ve Hadisler
EHLİ BEYT MEKTEBİ :: AHLAK HZ RESULULLAH S.A.A VE EHL-İ BEYT A.S 'DAN ÖRNEKLER :: Ahlak ile ilgili Ayet ve Hadisler. Konular Cevaplar Görüntüleme Son mesajlar . AYET VE HADİSLERDE AHLAK. tarafından Admin 0 Cevaplar 673 Görüntüleme Admin Son mesajlar 09, 2010 9:09 pm • •
9İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5. Sözlük anlamı ‘kulluk etmek, boyun eğmek’ olan ibadetin terim anlamı ise ‘Allah’a saygı ile boyun eğmek ve emirlerine itaat etmek’, diğer bir ifadeyle ‘iyi niyetle yapılan veya yapılması ile sevap kazanılan herhangi bir iştir’ diye tarif edilmiştir.
İbadetlerinsadece biçimsel ve formel davranışlardan ibaret olmadığı daha ziyade kutsal ve aşkın olanla bir bağ kurmak olduğu bilinmelidir. Bu bağlamda ibadi davranışların toplumsal ve ahlâkî bir boyuta da sahip olduğu vurgulanmalıdır.[38] “. İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz (den ibaret
Moderndönemde baş gösteren dini akımlardan birisini, meal dindarlığı oluşturmaktadır. Bu dindarlık anlayışına göre, siyer, fıkıh, fıkıh usulü, akaid-kelam, ahlak, hadis, tefsir ilimlerini tahsile gerek yoktur. Arapça bilmek de zorunlu değildir, meal ve tercüme yeterlidir. Zira Kur’an ve Sünnet hükümleri, okuma yazma bilen herkesin anlayabileceği açıklıktadır
EHLİ BEYT MEKTEBİ :: AHLAK HZ RESULULLAH S.A.A VE EHL-İ BEYT A.S 'DAN ÖRNEKLER :: Ahlak ile ilgili Ayet ve Hadisler. 1 sayfadaki 1 sayfası. AYET VE HADİSLERDE AHLAK Admin 09, 2010 9:09 pm. AYET VE HADİSLERDE AHLAK. Güzel Ahlâk Güzel ahlâk, başkalarını muhabbet tuzağında esir eden bir kementtir. Güzel ahlak ve
Son Zamanlarla İlgili Hadisler, s. 85; Kitabül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 27) 187- BAZI SİYASET ADAMLARINDA AHLAKİ YOZLAŞMA ÇOK ŞİDDETLENİR. Ahir zamanda, ZALİM EMİRLER, FASIK BAKANLAR, HAİN KADILAR, YALANCI HOCALAR OLACAKTIR. DECCAL İLE İLGİLİ ALAMETLERDECCAL'İN ÇIKIŞ ZAMANI5 HZ. MEHDİ (AS
Onlar Allah yolunda kendilerine gelip çatan zorluklar yüzünden gevşememiş, zayıflık göstermemiş, susup pusmamışlardı r. Allah sabredenleri sever. 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 146. ayet. Ey iman sahipleri! Sabredin, sabır yarışı yapın, nöbet tutarak savaşa hazırlıklı bulunun ve Allah'tan korkun ki, kurtuluşa erebilesiniz. 3.
Bukonu ile ilgili olarak, Abdullah b. Amr’dan rivayet edilen bir hadis-i şerif oldukça dikkat çekicidir: Bir gün Hz. Peygambere bir adam geldi ve,-“Sana hicret ve cihad şartı ile biat etmek istiyorum. Ecri Allah’tan dilerim” dedi. Hz. Peygamber (a.s), – “Annenle babandan sağ olan var mı?” diye sordu. Adam, – “Evet!
İslamiSoru Cevap. Soru: Besmelesiz kesilen hayvanlar helalmidir? Cevap: Kuran’ı Kerim’de haram kılınan gıdaları tespit etmek oldukça kolaydır. Bir Mushaf’ı elinize aldığınızda ; Bakara 173 ‘’ O, size sadece meyteyi (kesilmeden ölmüş hayvanı), akmış kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olanı
AllahResûlü sallAllahu aleyhi ve sellem buyurdu: “içinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde mevki bakımından bana en yakın olanlarınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. En nefret ettiklerim ve kıyamet gününde benden en uzak olanlarınız ise, gevezeler, lafazanlar ve yüksekten atanlardır. Onlar büyüklük taslayan kimselerdir.”
HadislerdeKadir gecesini son 10 gün içinde olduğu belirtilmiştir. Bir yıllık kader belirlenir, tövbe dileyenlere af yani beraat verilir. İslam bize Kur’an okumamızı ve Kur’an ahlakı ile ahlaklanmayı tavsiye etmektedir. Günde 50 ayet kadar okumayan Müslüman’ı zararda görür ve bu nedenle en az günde 50 ayet okunması
Hadiskelimesi Arapça'dır. S Ö Z anlamındadır. Ülkemizde ve genelde tüm İslam ülkelerinde bu kelime Peygamberin, Kur'an'a uygun olsun ve ya olmasın tüm kendi sözleri için kullanılır. Ve ne yazık ki, Kur'an'daki; ** Kur'an Sünnetullah'tır. '' Allah'ın kurallarıdır '' ( İsra / 77 ) ** Kur'an , en güvenilir hadistir.
MCnRebU. İslam’da ihlas ve niyetin önemi nedir? Amellerde ihlas ve niyetin fazileti nedir? İhlas ve niyet ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Hadislerde ihlas ve niyet nasıl geçer? Gizli - açık bütün işlerde, sözlerde - hallerde iyi niyet ve ihlâs...İhlas ve niyet ile ilgili ayet ve hadisler ve açıklamaları... İHLAS VE NİYET İLE İLGİLİ AYETLER “Onlara sadece şu emredilmişti Bâtıl dinleri bırakarak yalnız Allah’a yönelip ona itaat etsinler, namazı kılsınlar, zekâtı versinler. İşte doğru din budur.” Beyyine Sûresi 98, 5 Yahudi ve hıristiyanlara tıpkı İbrâhim -aleyhisselâm- gibi olmaları, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, ona kayıtsız şartsız boyun eğmeleri, mütevâzi ve saygılı davranmaları emrolunmuştu. Kendilerinden sapık fikirleri bırakmaları, yalnızca Allah’a ibadet edip namaz kılmaları, zekât vermeleri istenmişti. Zaten Allah tarafından gönderilen bütün kitaplarda yazılan budur. Diğer bir ifadeyle söylemek gerekirse ilâhî dinlerde değişmeyen üç esas vardır Allah’a imân etmek, namaz kılmak ve zekât vermek. Fakat onlar bu emirlere uymadılar. İşte bu sebeple Müslümanların ihlâs, samimiyet ve dürüst bir niyetle Allah’ın buyruklarını yerine getirmeye çalışmaları şarttır. Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine uymayan Yahudi ve Hıristiyanlara hiçbir şekilde benzememeleri gerekmektedir. “Kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Allah’a sadece sizin ihlâs ve samimiyetiniz ulaşır.” Hac Sûresi 22, 37 Kurbanın akıtılan kandan ve dağıtılan etten ibaret olduğu zannedilir. İnsanlar için durum böyle olabilir. Allah Teâlâ kurbanın ne etine, ne de kanına bakar. Onun için önemli olan, hayvanın sırf Allah rızâsı için kesilmesidir. Kurban edilen hayvan Allah rızâsı için kesilmiyorsa, o kurbanın hiçbir değeri yoktur. Cenâb-ı Hakk’ın değer verdiği, karşılığında mükâfat yazdığı şey insanın ihlâsı, iyi niyeti ve samimiyetidir. “De ki, gönlünüzdeki duyguları saklasanız da, açıklasanız da Allah hepsini bilir.” Âl-i İmrân Sûresi 3, 29 Gizlilik veya açıklık insanlar için söz konusudur. Allah Teâlâ insanların gözlerden uzakta gizlice yaptığı şeyleri bildiği gibi, kalblerinden geçen duygu ve düşünceleri de bilir. Allah’a inanan, onun gönderdiği dini benimseyen bir kimse bütün davranışlarını, hatta gönlünden geçen duyguları bile kontrol etmelidir. İHLAS VE NİYET İLE İLGİLİ HADİSLER “Yapılan İşler Niyetlere Göre Değerlenir” Hadisi Mü’minlerin emîri Hz. Ömer -radıyallahu anh-, Resûlullah’ı -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururken dinledim, dedi “Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.” Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26 Hadisin Açıklaması “Yapılan işler niyetlere göre değerlenir” hadisi, insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile yakından ilgili ve son derece önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Dârekutnî gibi büyük âlimler, bu hadisle, İslâmiyet’in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmâm Şâfiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. İmâm Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir. Şimdi niyetin ne olduğunu görelim Niyet, bir işi Allah rızâsı için yapmayı kalbden geçirmektir. İş ya kalble, ya dille veya diğer organlarla yapılır. Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir. Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır. Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur. Ameller yâni yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile olur. Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir. Dil bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. 7. hadîs-i şerîfte görüleceği üzere Allah Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir. Abdullah İbni Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Medine’nin yedi fakihinden biri olan Sâlim, halife Ömer İbni Abdülazîz’e yazdığı mektupta şöyle demişti “Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da o kadar azalır.” Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurguluyor Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır. İnsanların takdir ve teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem de insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur. Yapılan işleri Allah katında değerli kılan bizim ihlâs ve samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah rızası için yapmış olmamızdır. Meselâ insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekât vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat gösterişi aklından geçirmeyen bir mü’minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği bir yerde namaz kılıp zekât vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle bir mü’min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış olur. İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misâlle ortaya koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre kıyamet gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne yaptığını sorduğunda - Senin uğrunda çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona - Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak. Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak. - İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’an okudum, diyecek. Allah Teâlâ ona - Yalan söyledin. İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı ise, güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak. Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam” desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir Müslim, İmâre 152. Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir. Meselâ yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir. Hadîs-i şerîfimizde “Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor. Hicret, bir şeyi terketmek demektir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel mânâda hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz “Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir” buyurur bk. 1569 nolu hadis. Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kâfirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslâm yurduna göçmek demektir. Hz. Peygamber ile ashâbı, Mekke’den Medine’ye bu maksatla göçmüşlerdir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in söylemek istediği şudur Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece Allah’ın rızasını kazanmayı ve Resûlullah’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur; Allah ve Resûlü’ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor görünse bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz. Bu gerçeği Allah Teâlâ şöyle belirtmiştir “Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun âhirette bir nasibi olmaz” Şûrâ sûresi 42, 20. Bu hadîs-i şerîfin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu anlatılır Sahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahâbîye, niyeti ciddî ise Medine’ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder. Mekke’deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o sahâbî Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kalır. Bu durumu bilen sahâbîler, Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında “Muhâciru Ümmü Kays” diye takıldıkları o zâtın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfle meseleye açıklık getirerek herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi niyetle başlamak gerekir. 2. Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu ayrıca dille söylemek şart değildir. 3. Allah rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap kazanılamaz. 4. İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için dini kullanmamalıdır. 5. İhlâs, niyet sağlamlığı demektir. “Bir Ordu Kabe’ye Saldırmak Üzere Yola Çıkacak” Hadisi Mü’minlerin annesi Ümmü Abdullah Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu - “Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır.” Hz. Âişe der ki, bunun üzerine ben, Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar ve kötü niyetli olmayanlar varken niçin hepsi birden yere batacaktır? diye sordum. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- - “Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir” buyurdu. Buhârî, Büyû` 49; Hac 49, Müslim, Fiten 4-8. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 21; Nesâî, Menâsik 112; İbni Mâce, Fiten 30 Hadisin Açıklaması Hadîs-i şerîfte, Kâbe’yi yıkma niyetiyle yola çıkan bir ordunun başına gelecek felâket haber verilmektedir. Bu çirkin olay, hamd olsun henüz meydana gelmedi; fakat Beytullah dediğimiz bu Allah Evi, bugüne kadar birçok defa saldırıya uğradı. Bu olaylardan biri Emevîlerin ilk yıllarında cereyan etti Hz. Âişe’nin yeğeni Abdullah İbni Zübeyr, hicretin 72. yılında Emevîlere karşı halifeliğini ilân ederek Harem-i şerîfe sığındı. Emevîlerin vali ve kumandanlarından Haccâc-ı Zâlim Mekke’yi kuşattı ve Kâbe’yi mancınıkla taşa tuttu. Abdullah İbni Zübeyr arkadaşlarıyla birlikte onlara karşı kahramanca savaşarak hicretin 73. yılında şehid düştü. Bir diğer Kâbe tahribi olayı, hicretin dördüncü asrında Karmatîler tarafından yapıldı. Suûdî Arabistan’daki Ahsâ’da müstakil bir devlet kurmuş olan bu insafsız insanlar, 317 929 yılında Kâbe’yi tavaf eden birçok müslümanı kılıçtan geçirerek Hacer-i esved’i yerinden söktüler ve alıp memleketlerine götürdüler. Yirmi yıl sonra tekrar getirip yerine koydular. Allah Teâlâ’nın Kâbe’ye fillerle saldıran Ebrehe ordusunu nasıl perişan ettiği Fil Sûresi’nde anlatılmakta, ileride meydana geleceği anlaşılan bu olayda da Kâbe’yi koruyacağı görülmektedir. Fakat kıyamet yaklaştığı zaman bu mübarek binanın artık korunmayacağı, “Habeşlilerden ince bacaklı bir adamın Kâbe’yi harap edeceği” güvenilir hadîs-i şerîflerde belirtilmektedir Buhârî, Hac 47, 49; Müslim, Fiten 57-59. Kâbe’yi yıkmaya gelen ordunun batacağı yer belli değildir. Hâtıra bir soru gelmektedir Kâbe’ye bir kötülük düşünmeyen bazı suçsuz insanlar niçin yere batırılacaktır? Bunun cevabı şudur Öyle günâhlar vardır ki, onların cezası sadece yapanlara değil, o günâhın yapılmasına göz yuman kimselere de erişir. Şu hâlde her koyun kendi bacağından asılır, diye düşünmemeli, hadîs-i şerîfte haber verilen cinsten bir belâ ile karşılaşmamak için kötülüklere aslâ göz yummamalı, meydan kötülere bırakılmamalıdır. Şayet kötülere engel olunamıyorsa, onlardan süratle uzaklaşılmalıdır. Hadisimizin hatırlattığı önemli konulardan biri, kötülerin yanında bulunmanın sakıncalarıdır. Bu sakıncaların en önemlisi, onların fenalıklarının tıpkı bir hastalık gibi etraftakilere bulaşmasıdır. Ayrıca iyi kimseleri kötülerle birlikte görenler, kötülerin yaptığı fenalığın önemsiz olduğunu zannederler. Daha da beteri, fenaların başına gelecek ceza, hadiste belirtildiği gibi, onların yanında bulunanları da yakıp kavuracaktır. Şu âyet-i kerîme zâlimlerden uzak durma gereğine işaret etmektedir “Aranızdan sadece zâlimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının!” Enfâl sûresi 8, 25. Ne var ki, kötüleri uyarmak da bir görevdir. Ahlâkı güzel, dinî bilgisi mükemmel olan kimseler onların yanına gitmeli ve kendilerine iyiyi, doğruyu ve güzeli anlatmalıdır. Hâtıra gelen sorulardan biri de şudur İleride olacak hâdiseleri yâni gaybı yalnız Allah bildiği hâlde, kıyamete yakın meydana gelecek bu olayı Hz. Peygamber acaba nereden öğrendi? Bu sorunun cevabı bir âyet-i kerîmede şöyle verilmektedir “Görünmeyeni gaybı bilen Allah’tır. O sırlarını kimseye bildirmez. Ancak bu sırları dilediği peygamberine haber verir” [Cin sûresi 72, 26-27]. Demek ki bu hâdiseyi Peygamber Efendimiz’e Allah Teâlâ bildirmiştir. Hadisimizin bize öğrettiği hususlardan biri de mâbed düşmanlarının hiç bir zaman eksik olmayacağı, her devirde değişik tahrip silahlarıyla ve değişik görünümlerde ortaya çıkacağıdır. Biz bütün mescidlere, câmilere Allah’ın evi deriz. Bütün mâbedlerin kıblegâhı olan Kâbe ise en büyük Beytullah’tır. Onu yok etmeyi aklına koyanlar eksik olmadığına göre, diğer mâbedlerin düşmanları her devirde çıkacaktır. Hadîs-i şerîfte asıl anlatılmak istenen husus, niyetin önemidir. Kâbe’yi yıkmaya gidenlerin arasında mâsum kimseler bulunabilir. Bunların bir kısmı savaşa zorla götürülmüş olabilir. Bir kısmı da başka bir yere giderken onlara rastlamış olabilir. Kötülük yapmayı düşünmediği hâlde kötülerin arasında bulunan kimselerin dünyadaki cezası, onlarla birlikte yok olmaktır. Âhirette ise niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir. Şayet niyetleri kötü ise cehenneme, iyi ise cennete gideceklerdir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Ameller, niyetlere göre değer kazanır. Bir işi iyi niyetle yapanlar, onun mükâfatını görürler. Kötü bir işi istemeden yapanlar ise, kötü niyetli olmadıkları için, cezaya çarptırılmazlar. 2. Zâlimlerin ve günahkârların arasında bulunmak, onların sayısını çok gösterir; taraftarlarının artmasına yol açar. 3. Zâlimlerden uzak durmayanlar, onların başına gelecek cezaya da ortak olurlar. “Mekke Fethinden Sonra Artık Hicret Yok” Hadisi Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu “Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa çağrıldığınız zaman hemen katılın.” Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr 45, Cihâd 1, 27, 184; Müslim, Hac 445, İmâret 85. Ayrıca bk. Tirmizî, Siyer 32; Nesâî, Beyat 15 Hadisin Açıklaması İslâmiyet’in ilk yıllarında, Mekke’de, Müslümanlara hayat hakkı tanımak istemeyen müşrikler, onlara pek ağır işkenceler yapıyorlardı. Bu işkencelere dayanamayan bazı Müslümanlar Allah’ın emirlerini gönül huzuruyla yaşayabilmek için kendi yurtlarını, yuvalarını terkettiler. Peygamber Efendimiz’in buyruğu üzerine Habeşistan’a hicret ettiler. Daha sonraki yıllarda Medine, Müslümanların huzurla yaşayabileceği bir barınak hâline gelince, Efendimiz oraya hicret edilmesini tavsiye etti. Bir müddet sonra kendisi de oraya göçtü. Medine huzurlu bir İslâm diyarı olmakla beraber, burada bir İslâm devletinin kurulması ve yaşatılması için oradaki Müslümanların sayısı yeterli değildi. Başka yerlerde bulunan Müslümanların Medine’ye gelmesi bu bakımdan zorunlu idi. Hicretin 8. yılı Ramazan ayında Aralık 630 Mekke fethedilip de İslâm güneşinin ilk doğduğu bu mübarek şehir İslâm diyarı olunca, artık oradan Medine’ye hicret etmenin bir mânası kalmadı. Zira Müslümanların yıllarca korkulu rüyası olan Mekkeliler Hak dini kucaklamak zorunda kaldılar. Müslümanlara zararı dokunabilecek kimseler ortadan kalkınca Resûl-i Kibriyâ da Mekke’den hicret etme işini durdurdu. Böylece bu mübarek diyarın, dünya durdukça İslâm ülkesi olarak kalacağına da işaret etmiş oldu. Mekke’nin fethi hem İslâm tarihi hem de İslâm’ın yaşanması bakımından önemli bir başlangıç oldu. O tarihten itibaren Müslümanlar güçlendiği için Medine’ye Hz. Peygamber’in yanına gelerek ona destek olmaya gerek kalmadı. Hadîs-i şerîfteki “Fakat cihad ve niyet vardır” ifadesi Müslümanların hicret sonrası yeni görevlerini belirlemektedir. Bu da İslâm’ı ve müslümanları kalkındırmak için bir taraftan düşmanlarına karşı mücâdele vermek, cihad arzu ve aşkını devamlı canlı tutmak, bir taraftan da İslâm’a hizmet etme ve Allah rızasını kazanma niyetiyle, uzak diyarlara giderek ilim tahsil etmektir. Cihad ruhuyla yetişen Müslüman, “Haydin savaşa” dendiği zaman korkup kaçmayacaktır. Allah’ın rızasını elde etmek için bir nevi geçici hicret olan savaşa koşarak gidecektir. Bütün çabalara rağmen İslâm yurdundaki kötülere ve kötülüklere karşı başarı elde edilemiyor, dinin buyrukları yaşanamıyorsa, o takdirde hicret yine gündeme gelir. Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz “Tövbe etme zamanı sona ermeden hicret etme zamanı da sona ermez. Tövbe ise güneş battığı yerden doğuncaya kadar devam eder” buyurmuştur. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 99 Demek oluyor ki, hayat devam ettiği sürece ihlâs, samimiyet ve iyi niyet devam edecektir. İnsan bu özellikleri hiçbir zaman bırakmayacaktır. Gerektiğinde Allah uğrunda canla başla hizmet edecektir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Mekke fethedildikten sonra Medine’ye hicret etme mecburiyeti kalkmıştır. 2. Bir ülke İslâm diyarı olunca, orayı bırakıp başka yere gitmemelidir. Orada kalıp kötülerle ve kötülüklerle savaşılmalıdır. Bu da bir fayda sağlamıyorsa, İslâmiyet’in rahatça yaşanacağı bir yere hicret edilebilir. 3. Müslümanların, cihad aşkını hep canlı tutmaları, savaşa çağırılınca koşarak gitmeleri gerekir. 4. Yaşadığı yerden ayrılarak ilim tahsil etmek için başka yerlere ve ülkelere giden Müslüman, hicret etmiş gibi sevap kazanır. “Sevap Kazanmada Size Ortak Olurlar” Hadisi Ebû Abdullah Câbir İbni Abdullah el-Ensârî -radıyallahu anhümâ- şöyle dedi - Bir defasında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte bir gazvede bulunuyorduk. Buyurdu ki - “Hastalıkları yüzünden Medine’de kalan öyle kimseler var ki, siz bir yolda yürüdüğünüz veya bir vâdiyi geçtiğinizde, onlar da sizinle birlikte gibidir.” Bir başka rivayete göre “Sevap kazanmada size ortak olurlar” buyurdu. Müslim, İmâre 159 *** Enes -radıyallahu anh- şöyle dedi - Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ile Tebük Gazvesi’nden döndüğümüz sırada şöyle buyurdu - “Medine’de bizden geride kalan öyle kimseler vardır ki, bir dağ yoluna, bir vâdiye girdiğimizde onlar da bizimle yürüyormuş gibi sevap kazanırlar. Çünkü onları birtakım mâzeretleri alıkoymuştur.” Buhârî, Megâzî 81, Cihâd 35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihad 19; İbni Mâce, Cihâd 6 Hadislerin Açıklaması Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hicretin 9. yılında yapılan Tebük Gazvesi’nden dönerken söylediği bu hadîs-i şerîf, niyet ve ihlâsın önemini belirtmektedir. Asr-ı saâdette bir savaş çıktığı zaman, bütün sahâbîler o savaşa katılmak için can atardı. Herkes kendi imkânlarıyla veya varlıklı Müslümanların yardımlarıyla savaşa hazırlanırlardı. Maddî imkânsızlıkları yüzünden savaşa katılamayanlar, büyük bir sevaptan mahrum kaldıklarını düşünerek üzülür, gözyaşı dökerlerdi. Bu defa da öyle olmuştu. Resûl-i Kibriyâ’nın bu son gazvesine gidemeyenler hep İslâm ordusunu düşünmüşler, savaşa katılan bahtiyarların arasında olmayı hayâl etmişlerdi. Her iki hadîs-i şerîfte de, hastalıkları veya başka mâzeretleri yüzünden savaşa katılamayan bazı Müslümanların, savaşa katılan mücâhidler gibi sevap kazanacakları ifade buyurulmaktadır. Zira ellerinden gelseydi onlar da savaşa gidecekler, nice eziyetlere katlanacaklar, hatta canlarını Allah yolunda seve seve vereceklerdi. Nisâ Sûresi’nin 95. âyetinde, bütün imkânlarını ortaya koyarak Allah yolunda savaşan kimselerle, özürleri bulunmadığı halde savaşa gitmeyip evlerinde oturanların bir olmadığı söylenmekte, savaşanların ötekilerden üstün sayıldığı belirtilmektedir. Bu âyet-i kerîme, hadisimize ters düşmemektedir. Zira âyette mâzeretsiz olarak savaşa gitmeyenlerden, burada ise mâzereti sebebiyle savaşa gidemediği için üzülüp ağlayan mücâhid ruhlu yiğitlerden söz edilmektedir. İki grup arasında dağlar kadar fark vardır. Allah yolunda cihad etmek, şehâdet şerbetini kana kana içmek arzusuyla yanıp kavrulduğu halde, maddî ve bedenî güçsüzlük yüzünden buna imkân bulamayanları, korkaklık, tenbellik veya rahatına düşkünlük gibi sebeplerle savaştan kaçanlardan ayıran husus, niyet, samimiyet ve ihlâstır. İnsanı Allah katında değerli kılan işte bu özelliklerdir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Allah yolunda savaşan kimsenin attığı her adım, yaptığı her davranış ona sevap kazandırır. 2. Allah katında makbul olan bir işi imkânsızlıkları sebebiyle yapamayanlar, onu yapmayı ihlâs ve samimiyetle arzu ettikleri takdirde, yapmış gibi sevap kazanırlar. “Sen Niyet Ettiğin Sadaka Sevabını Kazandın” Hadisi Ebû Yezîd Man İbni Yezîd İbni Ahnes -radıyallahu anhüm- -Man de, babası Yezîd de, dedesi Ahnes de sahâbîdir- şöyle dedi Babam Yezîd sadaka vermek üzere yanına birkaç dinar aldı ve onları Mescid-i Nebevî de oturan birinin yanına koydu. Ben Mescid’e uğrayarak paraları aldım ve babama götürdüm. Babam - Vallâhi ben onları sen alasın diye bırakmamıştım deyince, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanına giderek durumu arzettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu - “Yezîd! Sen niyet ettiğin sadaka sevabını kazandın. Man! Aldığın para da senindir.” Buhârî, Zekât 15. Ayrıca bk. Dârîmî, Zekât 14; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 470. Hadisin Açıklaması Hadîs-i şerîfte yine niyetin önemi belirtilmektedir. Ma`n’ın babası Yezîd, Mescid’de oturan bir sahâbînin yanına, muhtaçlara vermesi için bir miktar para bırakmıştı. Fakir olan, üstelik o parayı kimin bıraktığını bilmeyen oğlu, böyle bir yardıma ihtiyacı olduğu için parayı oradan almıştı. Babası durumu öğrenince, sadakasının boşa gittiğini düşünerek “O parayı sana vermek isteseydim, getirir verirdim. Ben onu sadaka niyetiyle Mescid’e bıraktım. Sen almamalıydın?” diye oğluna çıkışmıştı. Bu parayı alıp harcamasının hiçbir sakıncası olmadığını düşünen Ma’n, babasıyla birlikte Resûl-i Ekrem’in huzûruna gelerek meseleyi arzetmiş, Resûlullah Efendimiz de Ma`n’ı haklı bulmuştu. Hadîs-i şerîflerde üzerinde genişçe durulan konulardan biri, aile fertlerine verilen sadakanın son derece makbûl olduğudur. Bu tür harcamaların değeri, önemi ve sevâbı 291 numaralı hadisten itibaren başlayacak olan “Ailenin Geçimi” bahsinde ele alınacaktır. Görülüyor ki, sadaka veren için önemli olan, parasını Allah yolunda harcamaya niyet etmesidir. Yaptığı yardım, sadaka almaması gereken birinin eline geçse bile, o, niyeti sebebiyle sevap kazanmış olur. Sadaka nâfile bir ibadet olduğu için, bir mü’min onu, kendilerine bakmak zorunda olduğu kimselere, meselâ babasına, dedesine, oğluna, kızına, hatta torununa verebilir. Ancak zekâtı, kendisine bu kadar yakın olanlara veremez. Sadaka bizzat verilebileceği gibi, bir vekil aracılığıyla da verilebilir. Vekil eliyle verildiği takdirde, nâfile ibadetlerde özellikle aranan, iyiliği gizlice yapma esasına da uyulmuş olur. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Sadaka verirken, Allah rızası için vermeye niyet etmek şarttır. 2. Sadakalar insanın en yakınına verilebilir. 3. Sadakalar bir vekil vasıtasıyla da verilebilir. 4. Ashâb-ı kirâmın hayatında, mescidlerin önemli yeri vardı. Sadaka vermek için bile mescidden faydalanırlardı. Kızın Miras Hakkı Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebû İshâk Sad İbni Ebû Vakkâs -radıyallahu anh- şöyle dedi Vedâ Haccı yılında Mekke’de yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ziyâretime geldi. Ona - Yâ Resûlallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? diye sordum. Hz. Peygamber - “Hayır”, dedi. - Yarısını dağıtayım mı? dedim. Yine - “Hayır”, dedi. - Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Resûlallah? diye sordum. - “Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır. Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” buyurdu. Sad İbni Ebû Vakkâs sözüne devamla dedi ki - Yâ Resûlallah! Arkadaşlarım gidip de ben kalacak mıyım? burada ölecek miyim? diye sordum. - “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar mü’minler senden fayda, kimileri de kâfirler zarar görecektir. Allahım! Ashâbımın Mekke’den Medine’ye hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle’dir” buyurdu. Bu sözleriyle Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Sad İbni Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü ifade etti. Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6 ; Müslim, Vasıyyet 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce, Vesâyâ 5. Hadisin Açıklaması Hadisimizde anlatılan olayın geçtiği Vedâ Haccı, hicretin onuncu yılında yapıldı. Bundan üç ay kadar sonra da Sevgili Efendimiz Mevlâ’sına kavuştu. Hadîs-i şerîfte, bir kimsenin malının ne kadarını Allah rızâsı için dağıtılmak üzere vasiyet edebileceği anlatılmaktadır. Görüldüğü üzere çocukları ve yakın mirasçıları bulunan bir kimse, malının üçte birinden fazlasını dağıtılmak üzere vasiyet etmeyecektir. Uzak yakın hiçbir mirasçısı bulunmayan kimsenin, malının üçte birinden fazlasını vasiyet edip edemeyeceği tartışmalıdır. Hanefîler ile Mâlikîler mirasçısı bulunmayan kimsenin bütün malını vasiyet edebileceğini söylemişler; öteki mezhep imamları da mirasçısı olmayanın mirasçısı beytülmâldir düşüncesiyle bu görüşe karşı çıkmışlardır. Şayet mirasçılar, malın üçte birinden fazlasının vasiyet edilmesine itiraz etmezlerse, üçte birden fazlasını dağıtmakta hiçbir sakınca yoktur. Görüldüğü üzere Peygamber Efendimiz, varlıklı bir kimsenin malını hibe ve vasiyet ederken ölçülü davranmasını tavsiye etmektedir. Zengin bir kimsenin bütün malını fakir fukaraya dağıtması, ilk bakışta câzip ve imrenilecek bir davranış gibi görülebilir. Fakat bir aile servetinin tamamen elden çıkmasına yol açan bu aşırılık, mirasa muhtaç olan birçok kimsenin zor durumda kalmasına sebep olabilir. İşte bunun için güzel dinimiz mirasçının elini tutmuş, ona en uygun davranışı tavsiye etmiş, geride kalanları düşünmeyi, onları kimseye muhtaç etmemeyi öğütlemiştir. Sad İbni Ebû Vakkâs’ın malını Allah rızâsı için harcamak istemesi, Peygamber Efendimiz’in de buna belli şartlarda izin vermesi, varlıklı kimselerin daha hayatta iken iyilik yapmaları gerektiğini göstermektedir. Çünkü o serveti dişiyle tırnağıyla kazanan adamın ölümüyle birlikte mirasçılar genellikle hayır yapmamakta, ellerine geçirdikleri o hazır malı har vurup harman savurarak harcayıp tüketmektedir. İnsan aklı başındayken ve malının üzerinde istediği tasarrufu yapmaya sahipken onu en uygun yerlere harcamalı ve âhiretini daha dünyadayken yapmaya bakmalıdır. Bununla beraber yakın mirasçılar daima gözetilmeli, onların iyiliği düşünülmeli ve kimseye muhtaç olmamaları sağlanmalıdır. Hayır ve iyilik yapmanın çok çeşitli yolları bulunduğuna işaret eden Peygamber Efendimiz, buna bir misâl vermek istemiş, misâli de üzerinde her zaman önemle durduğu bir konudan seçmiştir İnsanın hayat arkadaşı olan hanımıyla hoşca geçinmesi. Eşiyle iyi geçinmeye çalışan kimse hem hayat arkadaşını mutlu eder, hem de kendisi mutlu olur. 294 numaralı hadiste tekrar edileceği üzere yemek yerken eşini sevindirmek için onun ağzına verilen lokmayla bile hayır ve iyilik yapılmış olur. Aile huzurunu sağlamak için yapılan benzeri davranışlar, başkalarına ne kadar basit ve önemsiz gelirse gelsin, Allah rızâsını kazanmak niyetiyle yapıldığı takdirde nafile bir ibadet sayılır ve insana sevap kazandırır. Böylece niyet ve ihlâsın önemi bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Aile fertlerini geçindirmek için uğraşıp didinen kimse önemli bir görevi yapmış, bir sorumluluktan kurtulmuş olur. Bu işi yaparken bir de Allah rızâsını kazanmayı düşünmüşse, hem vazifesini yapmış hem de sevap kazanmış olur. Hadîs-i şerîfin sonunda görüldüğü üzere Sad İbni Ebû Vakkâs Peygamber Efendimiz’e özel bir soru sordu Siz ashâb ile Medine’ye döneceksiniz de ben burada ölüp kalacak mıyım? Ben bu şehirden Medine’ye Allah rızâsı için hicret etmiştim; şimdi burada ölüp kalırsam hicret sevabını yitirmiş olur muyum? diye durumunu öğrenmek istedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz Sad’ın ölüp ölmeyeceğini elbette bilemezdi. O esnâda Allah Teâlâ Resûlü’ne bu sorunun cevabını bildirdi. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz de Sa’d’ın bu hastalık yüzünden ölmeyeceğini, daha nice güzel hizmetler yapacağını söyleyerek bir mûcizeyi gerçekleştirmiş oldu. Nitekim Hz. Sad bu olaydan sonra 45 yıl daha yaşadı. İslâm’a ve Müslümanlara pek çok hizmet etti. Şunu iyi bilmek gerekir ki, Peygamber Efendimiz’in geleceğe dönük haber vermesi, onun gaybı bildiği anlamına gelmez. Cin Sûresi’nin 26. âyetinde belirtildiği üzere görünmeyen âlemin sırlarını sadece Allah Teâlâ bilir ve bu sırlardan dilediği kadarını peygamberine bildirir. Resûlullah Efendimiz’in “Acınacak durumda olan Sad İbni Havle’dir” buyurduğu bu zât, önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret etmiş, Bedir, Uhud ve Hendek Gazveleri başta olmak üzere birçok savaşa katılmış bir sahâbîdir. Vedâ haccı sırasında Mekke’de vefât etmiştir. Sahâbîler, Allah rızâsı için terkedip gittikleri bir yere geri dönüp orada ölmeyi doğru bulmazlar, hicret ettikleri yerde ölmeyi arzu ederlerdi. Sad İbni Ebû Vakkâs’ın Mekke’de ölüp kalacak mıyım? diye sorması üzerine, Efendimiz onun adaşı olan ve bir müddet önce Mekke’de vefât eden Sad İbni Havle’yi hatırladı ve kaybettiği bazı sevaplar dolayısıyla onun adına üzüldü. Resûl-i Ekrem’in Hz. Sa’d’ı ziyareti 917 numara ile tekrar gelecektir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. İyi niyetle yapılan işler insana sevap kazandırır. Allah rızâsı gözetilerek aile fertlerine yapılan harcamalar ve hatta bu düşünceyle yapılan şakalaşmalar nâfile ibadet sayılır. 2. Peygamber Efendimiz hastalanan sahâbîlerini ziyaret ederdi. 3. Hastalık Allah Teâlâ’nın insanı deneme yollarından biridir. Bu sebeple hasta olan kimse hâlinden şikâyet etmemelidir. 4. Meşrû yollarla zengin olmak, malını Allah yolunda harcamak, mirasçılarını ve yakın akrabalarını kimseye muhtaç olmayacak durumda bırakmak iyi bir davranıştır. 5. Hasta iken malın üçte birinden fazlası sadaka olarak dağıtılamaz, dağıtılması da vasiyet edilemez. Hastalanmadan önce ise üçte birle sınırlı kalmadan istendiği kadar harcanabilir. Ölümünden sonra geride fazla malı kalmayacak kimse hiç vasiyet etmemeli, her şeyini mirasçılarına bırakmalıdır 6. Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz’e ileride olacak bazı şeyleri haber vermiş, o da bunlardan uygun gördüklerini ashâbına bildirmiştir. “Allah Sizin Bedenlerinize ve Yüzlerinize Değil, Kalblerinize Bakar” Hadisi Ebû Hüreyre Abdurrahman İbni Sahr’dan -radıyallahu anh- rivayet edildiğine göre Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu - “Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalblerinize bakar.” Müslim, Birr 33. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 9. Hadisin Açıklaması İnsanlar genellikle dış görünüşe önem verirler. Güzel ve yakışıklı olanlarla varlıklı kimseler toplumda daha büyük itibar görürler. Çirkin ve fakir olanlara pek değer verilmez. Bu ölçüler ruh ve gönül dünyasını tanımayan sığ ve sathî kimselerin değer ölçüleridir. Allah Teâlâ ise insanların davranışlarını iyi ve kötü olarak değerlendirirken ne beden güzelliğine, ne de mal varlığına bakar; çünkü bunlar gelip geçici değer ölçüleridir. Önemli olan ruh güzelliği ve gönül zenginliğidir. Daha da önemlisi bu ruh güzelliği ile gönül zenginliğinin iyi hâl, güzel davranış ve samimi ibadetler olarak dışa yansımasıdır. İnsanlara iyilik yapma heyecanıyla, Allah’a kulluk edebilme aşkıyla yaşamaktır. Kalıcı olan, insanın gerçek değerini ortaya çıkaran işte bu meziyetleridir. Hadîs-i şerîfin Sahîh-i Müslim’deki bir başka rivayetinde Allah Teâlâ’nın kalble birlikte davranışlara ve ibadetlere değer verdiğini Peygamber Efendimiz şöyle belirtmektedir “Allah Teâlâ sizin yüzlerinize ve mallarınıza değil, kalblerinize ve amellerinize bakar.” Müslim, Birr 34. Allah Teâlâ’nın kalbe ve davranışlara bakması demek, kalbin ve davranışların iyi olması hâlinde, onların sahibine sevap ve mükâfat vermesi demektir. Bir âyet-i kerîmede Allah Teâlâ’nın maddî görüntülere değer vermediği, insanda mânevî güzellik aradığı şöyle ifade edilmiştir “Sizi yanımızda değerli kılacak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır. Ancak imân edip güzel ve hayırlı işler yapanların durumu başkadır. Onlara yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfat verilecektir” [Sebe’ sûresi 34, 37]. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, kendi mübârek göğsüne, daha doğrusu kalbine işaret ederek üç defa “Takvâ işte şuradadır.” Müslim, Birr 32; Tirmizî, Birr 18 buyurması, insanın gerçek değerinin ihlâslı bir kalbe sahip olmasıyla anlaşılacağını göstermektedir. Helâller ile haramların kesin surette belli olduğunu, şüpheli görünen davranışlardan sakınmak gerektiğini açıkladığı meşhur hadîs-i şerîfin sonunda Peygamber Efendimiz kalbin önemini şöyle belirtir “ Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalbdir.” Buhârî, Îmân 39; Müslim, Müsâkât 107,108. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Allah Teâlâ ibadetleri ve güzel davranışları değerlendirirken samimiyet derecesini, ihlâs ve iyi niyeti esas alır. 2. Kalb, Allah’ın çok değer verdiği, devamlı surette bakıp kontrol ettiği bir merkezdir. Bu sebeple onu kötü duygulardan arındırmak, dinin tavsiye ettiği güzel hâl ve davranışlara sahip kılmak gerekir. 3. İbadetleri makbul ve değerli kılan kalbdir. Bu sebeple öncelikle kalbi kin ve haset gibi mânevî ve ictimâî hastalıklardan arındırmalı, mükemmel hâle getirmeye çalışmalıdır. “Kim, İslâmiyet Daha Yüce Olsun Diye Savaşıyorsa, O Allah Yolundadır” Hadisi Ebû Mûsâ Abdullah İbni Kays el-Eşarî -radıyallahu anh- şöyle dedi Resûlullah’a -sallallahu aleyhi ve sellem- - Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye soruldu. Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu cevabı verdi - “Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.” Buhârî, İlim 45, Cihad, 15, Farzu’l-humüs 10, Tevhîd 28; Müslim, İmâre 150, 151. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-cihad 16; Nesâî, Cihad 21; İbni Mâce, Cihad 13. Hadisin Açıklaması Hadîs-i şerîfin muhtelif rivayetlerinde görüldüğü üzere, cesaretini göstermek, milletini korumak ve kendine yiğit adam dedirtmek gibi gayelerden başka, sırf ganimet elde etmek ve öfkesini yatıştırmak için savaşanların hâli de Peygamber Efendimiz’e sorulmuştur. Bu düşüncelerle savaşanlardan hiçbirinin Allah yolunda cihad etmiş olamayacağını kesin bir dille açıklayan Resûl-i Ekrem Efendimiz, 1346 numara ile tekrar görüleceği üzere ancak İslâmiyet’i yayıp yaşatmak ilâ-yi kelimetullah için savaşanların Allah yolunda cihad etmiş sayılacağını belirtmiştir. Hadisin metninde geçen kelimetullah sözüyle, kelime-i tevhîd yâni Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah kastedilmiştir. İslâm’ı en iyi ve en kısa bir şekilde ifade eden kelime-i tevhîd Müslümanların parolası gibidir. Müslümanın en önemli görevi, dilinden düşürmediği bu aziz kelimeyi ufukların ötesine götürmek, başkalarının da Allah’ı tanımak suretiyle mutlu olmasını sağlamaktır. Cihad bu demektir. O hâlde böylesine yüce bir gaye için savaşmak varken, nefsânî duygular ve basit çıkarlar için vuruşmak elbette yanlıştır. Allah’ın rızâsını kazanmak için savaşmak ön planda geldiği takdirde, zikredilen diğer hedeflerin gözetilmesi asıl maksada zarar vermez. Meselâ milletini korumak için vuruşan kimsenin asıl gayesi Allah’ı hoşnut etmek, İslâm yurduna düşman ayağı bastırmamak ise, kendi milletini koruma duygusu bu hedefe ters değildir. İnsanoğlunun yaptığı her harekette niyetine bakıldığı bu hadiste bir kere daha ortaya konmaktadır. Demek oluyor ki, bir can pazarı olan savaşta ölünce şehid, kalınca gâzi sayılabilmek için Allah’a hizmet aşkının ön planda tutulması gerekmektedir. Bunu Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin rivayet ettiği şu hadîs-i şerîf daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır Adamın biri Resûl-i Ekrem’e gelerek - Para ve şöhret için savaşan bir adam sevap kazanır mı? diye sordu. Peygamber Efendimiz - “Hiçbir şey kazanamaz”, buyurdu. Adam bu soruyu Resûl-i Ekrem’e üç defa sordu. Her defasında da aynı cevabı aldı. Sonra Hz. Peygamber sözünü şöyle tamamladı “Allah Teâlâ sadece kendi rızâsı için yapılan ibadetleri kabul eder, başkasını değil” Nesâî, Cihad 24. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. İşler değerlendirilirken hangi maksatla yapıldığına bakılır. İyi niyetle yapılmışsa Allah katında makbul olur. 2. Allah’ın rızâsını kazanmak için savaşmak yerine menfaat ve nefsi tatmin için vuruşmak doğru değildir. 3. Dünyaya gönül bağlamak, insanı yüce hedeflere varmaktan alıkoyan basit ve önemsiz bir uğraştır. 4. Cihad gibi en önemli bir görev bile, ancak ihlâs ile yapılırsa bir kıymet ifade eder. “İki Müslüman Birbirine Kılıç Çektiği Zaman, Öldüren de, Ölen de Cehennemdedir” Hadisi Ebû Bekre Nüfey İbni Hâris es-Sekafî’den -radıyallahu anh- rivayet edildiğine göre Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu “İki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir.” Bunun üzerine ben - Yâ Resûlallah! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin cehennemdedir? diye sordum. Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- - “Çünkü o, arkadaşını öldürmek istiyordu” buyurdu. Buhârî, Îmân 22, Diyât 2, Fiten 10; Müslim, Kasâme 33, Fiten 14, 15. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Fiten 5; Nesâî,Tahrîm 29, Kasâme 7; İbni Mâce, Fiten 11. Hadisin Açıklaması Müslümanların kardeş oldukları Allah Teâlâ tarafından açıkca belirtilmiştir. [Hucurât Sûresi 49, 10] Kardeşlerin birbirine silah çekmesi olacak şey değildir. Onlar silahlarını din kardeşlerine değil, İslâm düşmanlarına karşı çekmek zorundadır. Müslümanların birbirini öldürmeye kalkması şu âyet-i kerîmeyle kesin bir şekilde yasaklanmıştır “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir” [Nisâ Sûresi 4, 92]. Yanlışlıkla öldürme durumunda ise, ebediyyen cehennemde kalmak söz konusu değildir. Fakat -yukarıdaki âyetin bir öncesinde belirtildiği üzere- yanlışlıkla öldürmenin de değişik cezaları vardır. Hadîs-i şerîfte kılıcın zikredilmesi, o devrin kavga ve savaş âletlerinin başında kılıcın gelmesi sebebiyledir. Bugün kılıcın karşılığı tabanca ve benzeri öldürücü âletlerdir. Peygamber Efendimiz’in, Müslüman kardeşine silah çekip öldürenin ve bu esnada ölenin cehennemlik olduğunu belirtmesi üzerine Ebû Bekre, öldürenin neden cehenneme gittiğini anladığını, ama öldürülenin niçin cehennemlik olduğunu anlamadığını söyledi. Bunun üzerine Efendimiz, o kimseyi cehennemlik yapan şeyin, kardeşini öldürmeye kalkması olduğunu belirtti. Kendisine silah çekilen bir kimse, hasmını öldürmeyi düşünmeden, sadece nefsini müdâfaa etmek için silahını çekse ve onu öldürmek zorunda kalsa, katil sayılmaz. Çünkü o nefsini müdâfaa etmek zorunda kalmıştır. Nefsini müdâfaa etmek ise, dinin emridir. Nitekim 1360 nolu hadiste göreceğimiz üzere sahâbîlerden biri ile Peygamber Efendimiz arasında şöyle bir konuşma geçer - Yâ Resûlallah! Adamın biri gelip malımı elimden almaya kalksa, ne yapmalıyım? - “Malını ona verme!” - Ya adam benimle kavga etmeye kalkarsa? - “Sen de onunla dövüş!” - Ya beni öldürürse? - “Şehid olursun.” - Ben onu öldürürsem? - “O cehennemlik olur” Müslim, Îmân 225. Bir insanın âhiret hayatını da mahvederek ebediyyen cehennemde kalmasına yol açan şey, bir Müslümanı öldürmeye niyet etmesi ve bu konuda kararlı olmasıdır. Zira ölenin de, öldürenin de hedefi, karşısındakinin hayatına son vermektir. Birinin ötekinden farkı, daha atılgan davranıp muhâtabını öldürmesidir. Haksız yere birini öldüren kimse yaptığına pişman olarak samimiyetle tövbe ettiği takdirde, Allah Teâlâ dilerse onu affedebilir. Böyle birinin bağışlanmayacağını söyleyen âlimler de vardır. Fakat şirk dışındaki bütün günahları Allah Teâlâ’nın bağışlayabileceği âyet-i kerimeyle belirlendiğine göre [Nisâ 4, 48, 116] Allah Teâlâ dilerse bunları da bağışlar veya cezalandırır. Hadisimizin “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir” âyet-i kerîmesini açıkladığı söylenebilir. Dikkat edileceği üzere Peygamber Efendimiz hem ölen hem de öldüren hakkında “Müslüman” kelimesini kullanmıştır. Demek oluyor ki, birbirini kasten öldürenler büyük günah işlemekle beraber Müslümanlıktan çıkmazlar. Allah’a şirk koşmayan kimsenin ebediyyen cehennemde kalmayacağı, cezasını çektikten sonra cehennemden çıkacağı bilindiğine göre, birbirini öldüren Müslümanların da ebediyyen cehennemde kalmayacağı anlaşılmaktadır. Demek oluyor ki, âyet-i kerîme yapılan günahın büyüklüğünü belirtmekte, bu işe teşebbüs edecek olanları ağır ceza ile tehdit etmektedir. Bu hadîs-i şerîf münasebetiyle iki büyük ashâb kitlesinin birbiriyle yaptığı savaşlar hâtıra gelmekte ve onların durumu merak edilmektedir. Bu konuda söylenecek en doğru ve kestirme cevap şudur Onlar ashâb ve müctehid kimselerdi. “Mü’minlerden iki grup birbiriyle çarpışırlarsa, aralarını düzeltin” [Hucurât sûresi 49, 9] âyet-i kerîmesi gereğince zan ve kanaatlerine göre bir tarafı haklı buldular ve o tarafta yer aldılar. Maksatları birilerini öldürmek, karışıklık çıkarmak değil, Müslümanların arasını bulmaktı. Şüphesiz bu olayların çıkmasına sebep olanlardan biri haklıydı. Haklı olmayan tarafta yer alan sahâbîlerin niyeti haksızı savunmak değildi. Onların düşüncesine göre de tuttukları taraf haklı idi. İctihâdında haklı olanın iki sevap, yanılan âlimin ise bir sevap kazandığı bilinen bir gerçektir. Bu olaylarda iki gruba ayrılan ashâbın birbirine bakışını, Hz. Ali’nin karşı grup hakkında söylediği şu söz ne güzel ifade etmektedir “Bunlar bize karşı haksızlık eden kardeşlerimizdir.” Her şeye rağmen onlar yine de biribirlerine kardeş gözüyle bakıyorlardı. Onların bu bakış açısına iltifat etmeyerek taraflardan birini itham etmeye kalkmak, aradan geçen bunca yüzyıldan sonra bizi doğruya götürmez. Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, Allah Teâlâ onları “Siz insanların arasına çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” [Âl-i İmrân 3, 110] diye methetmiştir. “En hayırlıları” eleştirme yetkisini kendisinde bulanların onlardan da hayırlı olması, değilse susması gerekir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Günah işlemeye niyet edilerek kesin karar verilir, bu kararı kalb de onaylarsa, artık o günah işlenmiş sayılır 12. hadiste bu konu ele alınacaktır. 2. Allah’ın verdiği canı haksız yere alma yetkisi kimseye verilmemiştir. Bu sebeple birini öldürmeye kalkmak, Allah’a ait yetkiye müdâhale etmek olduğundan cezası cehennemdir. 3. İyiliklerde olduğu gibi kötülüklerde de niyete bakılır. Cemaatle Namaz ile İlgili Hadis-i Şerif Ebû Hüreyre’den -radıyallahu anh- rivayet edildiğine göre Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu “Bir kimsenin câmide cemaatle kıldığı namaz, işyerinde ve evinde kıldığı namazdan yirmi küsur derece daha sevaptır. Şöyleki bir kişi güzelce abdest alır, sonra başka hiçbir maksatla değil, sadece namaz kılmak üzere câmiye gelirse, câmiye girinceye kadar attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir ve bir günahı bağışlanır. Câmiye girince de, namaz kılmak için orada durduğu sürece, tıpkı namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Biriniz namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, kimseye eziyet etmediği ve abdestini bozmadığı müddetçe melekler Allahım! Ona merhamet et! Allahım! Onu bağışla! Allahım! Onun tövbesini kabul et! diye ona dua ederler.” Buhârî, Salât 87, Ezân 30, Büyû` 49; Müslim, Tahâret 12, Mesâcid 272. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 48; İbni Mâce, Tahâret 6, Mesâcid 14. Hadisin Açıklaması İslâmiyet birlik ve beraberliği vazgeçilmez görmüş, bunu sağlayacak hususlardan biri olan cemaatle namaz kılmaya büyük önem vermiştir. Bu sebeple evde ve işyerinde yalnız başına kılınan namaza nisbetle câmide diğer mü’minlerle birlikte kılınan namazı çok daha üstün görmüştür. Burada zikredildiği gibi cemaatle kılınan namaza, tek başına kılınan namazdan yirmi küsur, bazı rivayetlerde yirmi beş, hatta yirmi yedi misli sevap verilmesinin sebebi de budur. Evde ve işyerinde cemaatle kılınan namaz, câmide cemaatle kılınan namaz gibi değerli olmamakla beraber, tek başına kılınan namazdan elbette daha sevaptır. İşyerinde, daha yaygın ifadesiyle çarşı pazarda kılınan namaz o kadar makbul görülmemiştir. Zira işyerlerinde mal alınıp satılırken genellikle yalan söylenir, insanlar aldatılır, çeşitli haksızlıklar yapılır. Bunlara bir de müşteriyi kaçırmama telâşı, malını satma arzusu eklenince, işyerlerinde gönül huzuruyla namaz kılmak iyice zorlaşır. Hadîs-i şerîfimizde, namaz kılmak üzere câmiye gidecek kimsenin önce güzelce abdest alması istenmektedir. Güzelce abdest almak ifadesiyle, abdest organlarının iyice yıkanması, abdestin sünnetlerine ve âdâbına uyulması kastedilmektedir. Sonra da o kimsenin bir başka iş için değil, sadece cemaatle namaz kılmak için yola çıkması gerekmektedir. Yani ihlâs ve niyeti tam olmalıdır. Evin câmiye uzak olması, câmiye girinceye kadar atılan her adım sebebiyle bir derece yükseltilmek ve bir günahı bağışlanmak imkânı verir. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu konuya şöyle açıklık getirmektedir “Namaz sebebiyle en çok sevap elde edenler, cemaate en uzak yerlerden yürüyerek gelenlerdir.” Buhârî, Ezân 31. Cemaatle kılınacak namazı beklemenin de ayrı bir sevabı vardır. İster câmide, ister bir başka yerde namaz vaktinin gelmesini bekleyen kimse, ibadet hâlindedir. Câmide bekleyenlerin kârı, hem ibadet ediyormuş gibi sevap kazanmak, hem de meleklerin duasını almaktır. Yalnız bu esnada bir inceliğe uymak gerekmektedir ki, o da kimseye eziyet etmemek ve abdestini bozmamaktır. Eziyetten maksat dedi kodu yapmamak, eliyle ve diliyle birilerini incitmemektir. Rûhânî birer varlık olan melekler, mescidde abdestsiz durulmasından rahatsız olurlar. İşte bu sebeple mescid de namazı beklerken abdestini bozmamak şartı ileri sürülmüştür. Böylesi güzel duygularla, yani ihlâsla ve Allah’ın rızâsını kazanma düşüncesiyle kılınan namazın pek çok karşılığından biri 20 küsûr derece fazla sevap almaktır. Bu miktar bazı hadislerde 25, daha sahih olan bazılarında ise 27 derece olarak belirtilmiştir bk. 1066. hadis. Derecelerin farklı olmasında, namaz kılan kimsenin ihlâsının, duyduğu huzur ve huşûun tesiri olduğu muhakkaktır. Mânevî bir huzur içinde kılınan namazın bir diğer karşılığı ise meleklerin duasını kazanmaktır. Dua eden bu melekler bizi koruyup gözeten hafaza melekleri olduğu gibi başka nevi melekler de olabilir. Meleklerin salâtı demek, onların mü’mine istiğfar etmesi, yani günahlarının affını dilemesi demektir. Şu halde melekler, namaz kılan kimseye hem istiğfâr hem de dua ederler. Allah Teâlâ’nın meleklerin dua ve niyazlarını kabul ederek kulunu mağfiret etmesi demek, onun günahlarını bağışlaması demektir; kuluna rahmet etmesi ise ona bol bol ihsanda bulunması demektir. Bu hadis 1067 numara ile tekrar gelecektir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Her işte olduğu gibi, namaz kılarken ve cemaatle namaza giderken ihlâslı olmak, sadece Allah rızâsını düşünmek gerekir. 2. Cemaatle kılınan namaz, yalnız başına kılınan namazdan 27 derece daha faziletlidir. 3. Cemaatle namaz kılmak üzere mescide gitmek ve orada namaz vaktini beklemek, insana büyük sevaplar kazandırır. 4. Mescidde abdestsiz durmak melekleri incittiği için, böyle yapanlar meleklerin duasından mahrum olurlar. 5. Mescitte veya başka bir yerde namaz vaktinin girmesini beklemek sevaptır. 6. İşyerlerinde namaz kılmak, diğer yerlere nisbetle daha az sevap kazandırmakla beraber câizdir. 7. Usûlüne uyarak abdest alanlar, büyük sevap kazanırlar. İyilik ile İlgili Hadis-i Şerif Ebü’l-Abbâs Abdullah İbni Abbâs İbni Abdülmuttalib’ten -radıyallahu anhümâ- nakledildiğine göre, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Allah Teâlâ’dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurdu “Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar. Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb-ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar.” Buhârî, Rikâk 31; Müslim, Îmân 207, 259. Ayrıca bk. Buhârî, Tevhîd 35; Tirmizî, Tefsîru sûre 6,10. Hadisin Açıklaması Bu hadîs-i şerîf, Riyâzü’s-sâlihîn’de geçecek olan kudsî hadislerin ilkidir. Bu tür hadisleri Peygamber Efendimiz ya arada hiçbir vasıta olmadan doğrudan doğruya Allah Teâlâ’dan almıştır veya Cenâb-ı Hak bu bilgileri Cebrâil aleyhisselâm aracılığıyla Peygamber Efendimiz’in kalbine iletmiştir. Allah Teâlâ insanları yaratmadan önce nelerin iyi, nelerin kötü olduğunu tesbit ve takdir etmiş, sonra hafaza meleklerine emrederek bunları -herşeyin yazılı olduğu- levh-i mahfûza kaydettirmiştir. Daha sonra da iyi ve güzel dediği şeylerin neden iyi ve güzel olduğunu anlamamız, kötü ve çirkin dediği şeylerin neden kötü ve çirkin olduğunu kavramamız için bunları bize açıklamıştır. Buna göre bir insan iyilik yapmaya niyet eder, sonra da herhangi bir engel sebebiyle bu iyiliği yapamazsa, Allah Teâlâ o kimseyi iyi niyeti sebebiyle ödüllendirmek ister ve yapmayı düşündüğü iyiliği yapmış sayarak ona bir sevap yazdırır. Buna göre iyi bir şeyi düşünmek bile iyilik sayılmaktadır. Bir düşüncenin ve hareketin iyilik olarak değerlendirilmesi için de, onu yapmaya niyet etmek şarttır. Şayet insan düşünüp yapmaya niyet ettiği o güzel hareketi yapacak olursa, mükâfâtı on mislinden başlar. En az bire on kazanır. Bu mükâfât 700 misline kadar çıkar. Eğer yapılan iyilik Allah Teâlâ’nın çok değer verdiği davranışlardan biriyse, kul da o işi ihlâs ve samimiyetle yapmışsa, mükâfâtı 700 misliyle de kalmaz; hesabını sadece Cenâb-ı Hakk’ın bileceği daha yüksek ölçeklerle değerlendirilir. Kur’ân-ı Kerîm’deki “Yaptıklarına karşılık olmak üzere kendilerine nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilmez” [Secde sûresi 32, 17] âyeti bu sayısız mükâfâta işaret etmektedir. Bir hadîs-i kudsîde bu hadsiz hesapsız mükâfât şöyle açıklanmıştır “İyi kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir kimsenin de hatırından geçiremediği nimetler hazırladım.” Buhârî, Tevhîd 35 Bir kötülük yapmak isteyip de sonra bundan vazgeçen kimseye tam bir sevap yazılmasının sebebi, o kötülüğü yapabilecek güçte olduğu halde, Allah’dan korkarak vazgeçmesidir. Düşündüğü fenalığı yapmaya gücü yetmediği veya buna imkân bulamadığı için yapamayan kimseye ise hiçbir sevap yoktur. Çünkü o tasarladığı kötülükten vazgeçmek için kendisini zorlamamış, bu yolda bir gayret sarfetmemiştir. Bir kötülük yapana sadece bir günah yazılması, Allah Teâlâ’nın kullarına karşı ne kadar âdil ve ne kadar geniş bir merhamete sahip olduğunu göstermektedir. Kötülüklerin âzamî karşılığının bir misli ceza, iyiliklerin asgarî karşılığının on misli mükâfât olması âyet-i kerîmeyle de belirtilmiştir “İyilik edene, yaptığı iyiliğin on misli mükâfât verilir. Kötülük yapan da yaptığının dengiyle cezalandırılır.” [Enâm sûresi 6, 160] Yapılan bir kötülüğe sadece bir günah yazılmasından önemli bir sonuç çıkmaktadır İnsan kötülük yapmayı aklından geçirdiği için günahkâr olmaz ve bundan dolayı hesaba çekilmez. Çünkü bir kötülüğü aklından geçirmek, onu yapmaya kararlı olmak değildir. Şayet insan aklından geçirdiği bir kötülüğü yapmak ister ve buna karar verirse, işte o zaman iradesi ve kararı yüzünden hesaba çekilir. Mirâç hadisinde görüldüğü üzere Allah Teâlâ beş vakit namazı farz kıldıktan sonra bu konuya bir daha temas ederek Peygamber Efendimiz’e şöyle buyurmuştur “Kim bir hayır işlemek ister de onu yapamazsa, kendisine bir sevap yazılır. Yaparsa on sevap yazılır. Kim de bir kötülük yapmak ister de yapmazsa, ona hiçbir şey yazılmaz. Yaparsa bir tek günah yazılır.” Müslim, Îmân 259 Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Bir iyilik yapmak isteyip de yapamayana bir iyilik sevabı yazılır. Çünkü bir iyiliği yapmayı arzu etmek, onu yapmak için ilk adımı atmak demektir. 2. Bir kötülük yapmak isteyip de Allah’tan korktuğu için bundan vazgeçene bir iyilik yapmış gibi sevap yazılır. Çünkü yapmaya karar verdiği kötülükten dönmek iyi bir şeydir. Zira iyiliğin karşılığı iyiliktir. 3. Allah Teâlâ hatırdan geçen kötü bir düşünce yüzünden kulunu hesaba çekmez. Önemli olan bu düşüncenin bir karar ve kesin niyet haline dönüşmemesidir. 4. Bir iyiliğe kat kat sevap verildiği halde, bir kötülüğe sadece bir günah yazılır. Böyle bir imkân İslâm’dan başka hiçbir din ve sistemde yoktur. Mağaradaki Üç Adam Hadisi Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Ömer İbni’l-Hattâb’dan -radıyallahu anhümâ- rivayet edildiğine göre, Resûlullah’ı -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir “Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar. Akşam olunca, yatıp uyumak üzere bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine - Yaptığınız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten başka sizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz, dediler. İçlerinden biri söze başlayarak - Allahım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Bir gün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım; onlar uyumadan önce de dönemedim. Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı elimde şafak atana kadar uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet uyanıp sütlerini içtiler. Rabbim! Şayet ben bunu senin rızânı kazanmak için yapmışsam, şu kaya sıkıntısını başımızdan al! diye yalvardı. Kaya biraz aralandı; fakat çıkılacak gibi değildi. Bir diğeri söze başladı - Allahım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Bir başka rivayete göre Bir erkek bir kadını ne kadar severse, ben de onu o kadar seviyordum. Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi. Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek şartıyla ona 120 altın verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman bir başka rivâyete göre Cinsî münasebete başlayacağım zaman dedi ki Allah’tan kork! Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme! En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde kendisinden uzaklaştım, verdiğim altınları da geri almadım. Allahım! Eğer ben bu işi senin rızânı kazanmak için yapmışsam, başımızdaki sıkıntıyı uzaklaştır, diye yalvardı. Kaya biraz daha açıldı; fakat yine çıkılacak gibi değildi. Üçüncü adam da - Allahım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum. Parasını almadan giden biri dışında hepsinin ücretini verdim. Ücretini almadan giden adamın parasını çalıştırdım. Bu paradan büyük bir servet türedi. Bir gün bu adam çıkageldi. Bana - Ey Allah kulu! Ücretimi ver, dedi. Ben de ona - Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretinden türedi, dedim. Adamcağız - Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay etmiyorum, diye cevap verdim. Bunun üzerine o, geride bir tek şey bırakmadan hepsini önüne katıp götürdü. Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızânı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı. Mağaranın ağzını tıkayan kaya iyice açıldı; onlar da çıkıp gittiler. Buhârî, Büyû` 98, İcâre 12, Hars ve’l-müzârea 13, Enbiyâ’ 53, Edeb 5; Müslim, Zikir 100. Hadisin Açıklaması Hadîs-i şerîfte iyi niyetle, ihlâs ve samimiyetle yapılan davranışların Allah Teâlâ’yı hoşnut ettiği belirtilmektedir. Cenâb-ı Hak kendi rızâsını elde etmek için yapılan güzel hareketlerden ve azâbından korkularak terkedilen kötü işlerden dolayı kulundan memnun olmaktadır. O’nun bu hoşnutluğu insanı hem dünyadaki hem de âhiretteki birçok sıkıntılardan kurtarmakta, her iki dünyada bahtiyar olmasını sağlamaktadır. Efendimiz’in anlattığı bu kıssada ana babaya hizmet, nefse hâkimiyet ve insan hakkına hürmetin önemi belirtilmektedir. Birinci kıssa, ana babaya yapılan iyiliğin, onların gönlünü hoş tutmanın değerli bir hareket olduğunu göstermektedir. Aslına bakılırsa, insan ana babasına iyilik yapmaya mecburdur. Çünkü onlar vaktiyle kendisine birçok iyilik yapmışlardır. Şimdi ise iyilik yapma sırası evlâda gelmiştir. Buradaki güzel davranış sadece ana babayı içine aldığı, öteki kıssalarda ise başkalarına iyilik söz konusu olduğu için, onlar daha değerli görünmektedir. Bu üç güzel hareketin en değerlisi, amcasının kızına sahip olmasına hiçbir engel yokken sadece Allah’tan korktuğu için nefsinin isteklerine meydan vermeyen kimsenin davranışıdır. Böyle birinin cennetlik olduğunu şu âyet-i kerîme de göstermektedir “Rabbinin huzurunda suçlu durmaktan korkarak nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranlar için şüphesiz varılacak yurt cennettir” [Nâziât Sûresi 79, 40-41]. İnsan sıkıntıya düşünce, kendisini bu sıkıntılardan kurtarması için Allah Teâlâ’ya dua ve niyaz etmelidir. Bu esnada samimiyetle yaptığından emin olduğu bazı güzel hareketlerini anarak, onların hâtırına kendisine yardım etmesini söyleyip Allah Teâlâ’ya yalvarabilir. Bu hiçbir zaman başa kakma anlamına gelmez. İnsanın sıkıştığı zamanlarda dua vesilesi yapabileceği ihlâslı işlerinin olması ne güzeldir. İhlâs ve iyi niyetle yapılan güzel davranışların hayırlı neticeleri daha dünyada iken, hatta her şeyin bittiği sanılan bir zamanda görülüverir. Bu da ihlâs ve iyi niyetin insan hayatındaki yerini gösterir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Anne ve babaya herkesten çok itaat ve hürmet etmeli, onları bütün sevdiklerine tercih etmelidir. 2. Nefsin arzu ettiği şeyleri yapabilecek imkâna sahip olduğu halde, sırf Allah’tan korkarak ve onun rızâsını kazanmak isteyerek bunları terketmek insana büyük faziletler kazandırır. 3. İnsanlarla yapılan işlerde dürüst, anlayışlı ve fedakâr davranmak, emanete riâyet etmek Allah Teâlâ’yı memnun eden güzel hareketlerdir. 4. Allah Teâlâ yapılan hiçbir iyiliği zâyi etmez; zamanı gelince onu değerlendirir. 5. İnsan ihlâs ve iyi niyetinin karşılığını hem dünyada hem de âhirette görür. Kaynak Riyâzü’s-sâlihîn, Erkam Yayınları İslam ve İhsan
10 Ağustos 2022 Çarşamba E-Gazete Türkçe العربية فارسی English Kurdî Fotoğraf Video ... Güncel 9 il için sarı kodlu uyarı Erbaş Kerbela tüm Müslümanlar için aynı acının ortak ifadesi olmuştur Boynunda tasması olan saldırgan köpek 4 kişiyi yaraladı Mehmet Yavuz vefatının üçüncü yılında kabri başında yâd edildi Dünya Suriye ABD petrol çalıyor! Müslüman cinayetlerinin baş şüphelisi yakalandı! Lübnan, Ukrayna'dan gelen tahıl gemisini kabul etmedi Su kullanımını kısıtlayacaklar! Ekonomi Simide de zam geldi! Bingöl Ziraat Odası Başkanlığından çiftçilere hibe destek talebi Bakan Nebati'den IMF açıklaması Gaziantep’te küçükbaş hayvan yetiştiricilerine arpa ve yem dağıtılacak Sağlık Erken yaşlanmaya neden olan 7 alışkanlık Tiroid hastalığıyla ilgili doğru bilinen 8 yanlış Ağız kokusunun az bilinen nedenleri Antioksidan nedir? Hangi besinler antioksidan içerir? Teknoloji Whatsapp'tan yeni özellik! Bir Değil de İki Güneş’imiz Olsaydı Ne Olurdu? Çocukların sosyal medya kullanımı ürkütücü boyutlara ulaştı Elon Musk Twitter'ı satın alırım ama... Eğitim Yeni eğitim öğretim yılında kullanacak kitaplar illere gönderildi Milli Eğitim Bakanı Özer Kesinlikle okula kayıtlarda bağış alınmayacak ÖSYM yeni KPSS takvimini açıkladı Bakan Özer Eğitim müfredatına "Kültür Tarihi" dersi eklenecek Aile Ev hanımları bu haber sizin için! Ev işleri sağılığı koruyor Artık kimse kız istemeye gidemiyor! Çünkü... "Çok zorlanıyoruz ama Allah'a şükrederek sabrediyoruz" Zamanlarının kahramanları haline gelen Müslüman kadınlar Bölgeler Son Dakika Yazarlar Tümü Güncel Dünya Sağlık Ekonomi Eğitim Bilim & Teknoloji Kültür & Sanat Araştırma Analiz Röportaj İlim & İrfan manşetler İslam Tarihte Bugün İnzar Dergisi Nisanur Dergisi Söz ve Kalem Xeberen Kurdi Arapça English News Farsça Spor Z. Mektup Var Haber-Yorum Fetva Kurulu Kadın Aile çocuk Duyuru Ramazan Kim Kimdir? Okur Köşesi Yazı Dizisi Siyaset Gemisi Etkinlikler
“Kişinin mâlâyânî şeyleri terk etmesi, İslam’ın güzelliğinden ileri gelir.” Mâlâyânî Boş ve faydasız iş Muvatta, Hüsnü’lHulk, 3 Ahlak, huy ve karakter anlamına gelmektedir. Kavram olarak ahlak, insanın isteyerek ve kötülüklerden uzak durarak iyi bir davranış yapmasıdır. Yozlaşma ise bozulma ve kötüleşme anlamına gelir. İslam dini Müslümanların güzel ahlaklı olmasını ister; bunun için de bazı emir ve yasaklar koyar. Kur’an’ın koyduğu bu kurallara uyan Müslüman mutlu ve huzurlu olur. Ahlaki yozlaşma, toplumun kuralları çiğnemesi ve kötü davranışlar yapmasıyla ortaya çıkar. Allah Müslümanları, Kur’an-ı Kerim’de şöyle tanımlar “Ancak iman edip güzel işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır.” Asr suresi, 3. ayet Peygamber Efendimiz peygamber olarak gönderiliş amaçlarından birini şöyle açıklar “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” Muvatta, Hüsnü’lHulk, 8 Peygamberimiz insanlara iyi ve güzel davranışlar kazandırmak için gönderilmiştir. İslam dinine göre iyi bir insan veya ahlaklı bir insan olmak, Kur’an-ı Kerim’in emir ve yasaklarına uymakla mümkündür. Ahlaklı olmak ve bunun devamını sağlamak için ibadetleri yerine getirmek çok önemlidir. “Muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…” Ankebut suresi, 45. ayet Allah insana akıl ve irade vermiştir. İnsan aklını ve iradesini iyi ve güzel bir şekilde kullanmalı ve Allah’ın rızasını kazanacağı salih ameller işlemelidir. Ahlaki yozlaşmanın nedeni insanın nefsine uyup akıllı davranmamasıdır. İnsan nefsine ve arzularına yenilip Allah’ın yasakladığı; haksızlık, intihar, gasp, hırsızlık, şiddet, uyuşturucu, alkol ve fuhuş gibi kötü işleri yapmamalıdır. Günümüzdeki ahlaki yozlaşmanın pek çok nedenleri vardır. İletişim araçlarının ve sosyal medyanın amacının dışında faydasız, boş ve kötü şekilde kullanılması ahlaki yozlaşmanın nedenlerinden biridir. Dinî değerlere ters düşen, müstehcen içerikli televizyon programları, magazin programları, dizi filmler ve internet siteleri ahlaki yozlaşmaya neden olmaktadır. Müslüman bir kişi vaktini mâlâyânî işlerle yani, boş ve faydasız işlerle geçirmemelidir. Hem bu dünya hem de ahiret için faydalı olan Allah’ın sevgisini kazanacağı ve insanlara faydası olan işlerle meşgul olmalıdır.
Ahlak insanda olması gereken bir takım güzel ancak islam ile terbiye görerek yüzlü olmak, temiz olmak, merhametli olmak, tevazulu olmak, affetmek,susmak, doğru konuşmak, sabr etmek, güzel ahlaktan bazılarıdır. Ahlaki vazifelerimizin ilki Allah’a karşı olanı dır. Allah’ın ismini hürmetle anmak, onun sevgisini kalbe yerleştirmek, ona isteyerek ibadet etmek ahlaki Peygamberimize karşı olan ahlak vazifemizdir. 0 hürmete en layık olandır. Onun getirdiklerini kabul etmek, ona hürmet etmek, adı anıldığı vakit Sallallahu aleyhi vesellem demek, o ne söylemişse tereddütsüz kabul etmek ahlaki kitabımız olan Kur’anı Kerime karşı hürmet etmek, o okununca sessizce dinlemek, onda emr edileni yapıp nehy edilenden uzaklaşmak ahlaki vazifelerimizdendirBedenin ve ruhun terbiyesiİslamda beden terbiyesinin yeri çok önemlidir. İnsanın dünya ve ahiret işlerini tam olarak yapabilmesi için önce sağlığına ve sıhhatine dikkat etmesi gerekirYemesine içmesine, uykusuna, dış görünümü ne, temizliğine, hastalanınca tedavisine dikkat et mek her insanın ahlak sahipleriyle ilgili Ayeti kerime mealleri...BAKARA SURESİ*129 - Ey bizim Rabbimiz bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki onlara senin âyetlerini tilavet eylesin kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin hikmet sahibi Sensin. *151 - Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor sizi temizliyor size kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor. *172 - Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların hoş ve temiz olanlarından yiyin ve Allah'a şükredin eğer yalnız O'na kulluk ediyorsanız. *232 - Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp engellemeyin. İşte bu içinizden Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir siz bilemezsinizAL-İ İMRAN SURESİ *77 - Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya işte onların ahirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azab vardır. *164 - Andolsun ki Allah müminlere kendilerinden onlara kendi âyetlerini okuyan onları arındıran ve onlara kitab ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık 49 - Kendi nefislerini temize çıkaranları görmüyor musun? Hayır! Ancak Allah dilediğini temize çıkarır. Onlara kıl kadar 53 - Bu Allah'ın bir kavme verdiği nimeti onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten herşeyi bilendirNUR SURESİ*21 - Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse şunu bilsin ki o edepsizlikleri ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı içinizden hiçbir kimse temize çıkmazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir. *28 - Orada kimse bulamazsanız size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size "Geri dönün!" denilirse hemen dönün. Çünkü bu sizin için daha temiz bir davranıştır. Allah yaptığınızı bilir.*30 - Resulüm! Mümin erkeklere gözlerini harama dikmemelerini ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah onların yapmakta olduklarından haberdardır.*CUMA'A 2 - O'dur ki ümmiler içinde kendilerinden olan ve onlara Allah'ın âyetlerini okuyan onları temizleyen onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.*KALEM 4 - Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.*ABESE 3 - Ne bilirsin belki o temizlenecek?*ABESE 7 - Onun temizlenmemesinden sana ne?**ŞEMS 9 - Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur. **LEYL 18 - O ki Allah yolunda malını verir temizlenir.*TEVBE 103 - Onların mallarından sadaka al ki onunla kendilerini temizlersin tertemiz edersin. Bir de haklarında hayır dua et. Çünkü senin duan kalblerini yatıştırır. Allah işitendir bilendir.*KEHF SURESİ**19 - Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi "Ne kadar durup kaldınız?" Kimi "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler. Kimi de şöyle dediler "Ne kadar durduğunuzu Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın hangi yiyecek daha temiz ise ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin."*74 - Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü. Musa "Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın" dedi.*MERYEM 19 - Melek "Ben sana temiz bir oğlan bağışlamak için Rabbinin gönderdiği bir elçiyim" dedi.*TAHA 76 - Adn cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar onlar orada ebedî olarak kalacaklardır. Ve işte bu küfür ve isyandan arınanların mükafatıdır. Meâl-i Şerifi*FATIR 18 - Hem günah çeken bir kimse başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek isterse bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırısın ki gaybda Rablerinin korkusunu duyarlar namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah'adırGüzel Ahlakla İlgili 40 “Din, güzel ahlaktır ” [Deylemi]2. “Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır ” [Hakim]3. ”Müminlerin iman yönünden en faziletlisi ahlakça en iyi olanıdır ” [Tirmizi]4. ”Şüphesiz güzel ahlak, güneşin buzu erittiği gibi günahları eritir ” [Harâiti]5. “Bir insan az ibadet etse de, güzel ahlakı sayesinde en yüksek dereceye kavuşur ” [Taberani]6. “Yumuşak davran! Sertlikten sakın! Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.” [Müslim]7. “Sadaka, yetmiş şerrin kapısını kapatır” [Taberani]8. “Geçmiş peygamberlerin, sonraki insanlara ulaşan sözlerinden birisi de şudur Utanmadıktan sonra dilediğini yap’ [Buhari]9. “Yumuşak huylu kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir” [Tirmizi]10. “İbadetlerin en kolayı, az konuşmak ve iyi huylu olmaktır” [İbni Ebiddünya]11. “Dünyada veya ahirette özür dilemek zorunda kalacağın söz ve hareketten uzak durmaya çalış!” [Hakim]12. “Kişi, yumuşaklığı, tatlı dili ile, gündüzleri oruç tutanın ve geceleri namaz kılanın derecesine kavuşur” [ “Kızınca, öfkesini yenerek yumuşak davrananı Allahü teâlâ sever” [İsfehani]14. “Güler yüzle selam veren, sadaka verenin sevabına kavuşur” [İbni Ebiddünya]15. Bir kimse Resulullah efendimizden nasihat istedi, “Kızma, sinirlenme” buyurdu Birkaç kere sordu, hepsine de “Kızma, sinirlenme” buyurdu [Buhari]16. “Çevrendekilerle güzel komşuluk et ve kendin için sevdiğini, başkaları için de sev ki müslüman olasın” [Harâiti]17. “Komşusu kötülüğünden emin olmayan, mümin olamaz” [Buhari]18. “Halkın elindekine göz dikmemek, müminin alametlerindendir” [Dare Kutni]19. “Mümin geçim ehlidir. Arkadaşına rahatlık verir. Münafık ise geçimsizdir, arkadaşına sıkıntı verir” [Dare Kutni]20. “Mümin ülfet eder [iyi geçinir], ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyende hayır yoktur” [Beyhaki]21. “Müminin yanına giren, güzel bir bahçeye girmiş gibi ferahlık duyar” [Deylemi]22. “Mümin lanet etmez, kötülemez, müstehcen konuşmaz ve hayasız olmaz” [Hakim]23. “Mümin arıya benzer; konduğu dalı kırmaz, oraya zarar vermez. Toplayıp bıraktığı eseri de güzeldir” [Beyhaki]24. “Mümin, koku satan kimse gibidir. Yanında otursan için açılır. Onunla gezsen veya ortak iş yapsan faydasını görürsün. Onun her işi faydalıdır”[Taberani]25. “Mümin akıllı, basiretli, uyanıktır. Her işte Allah’ın rızasını gözetir. Acele etmez, ilim sahibidir, haramlardan kaçar.” [Deylemi]26. “Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların emin olduğu kimsedir” [Buhari]27. “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” [Müslim]28. “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” [Beyhaki] 29. “Güzel ahlak, büyük günahları, suyun kirleri temizlemesi gibi temizler Kötü ahlak ise, salih amelleri, sirkenin balı bozduğu gibi bozar” [İbn-i Hibban]30. "Allah’a ve ahiret gününe iman eden, misafirine ve komşusuna ikram etsin. Ya hayır söylesin ya da sussun" [Buhari]31. “Güzel ahlak, senden kesilen akrabanı ziyaret etmek, sana vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir” [Beyhaki]32. “Cehenneme girmesi haram olan ve Cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz! Bu kimse insanlara kolaylık, yumuşaklık gösterendir” [İ. Ahmed]33. “İmanı en kuvvetli kişi, ahlakı en güzel ve hanımına en yumuşak olandır” [Tirmizi]34. “Şu üç şey bulunan kimsenin imanı kâmildir Herkesle iyi geçinen güzel ahlak, kendini haramlardan alıkoyan vera, cehlini örten hilm” [Nesai]35. “İnsan, güzel huyu ile, Cennetin en üstün derecelerine kavuşur [Nafile] İbadetlerle bu derecelere kavuşamaz. Kötü huy, insanı Cehennemin en aşağısına sürükler” [Taberani]36. “Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstü bir hediye veremez” [Tirmizi]37. “Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!” [Hakim]38. "Kıyamet günü, müminin terazisinde, güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Allah teâlâ, çirkin konuşan ve ne konuştuğunu bilmeyenlerden nefret eder." [Tirmizî]39. “Sıla-i rahim etmeyen kimse cennete giremez.” [Buhari]40. “Kim bir hayra vesile olursa, ona, hayrı işleyeninki kadar sevap vardır” [Müslim]
Bir Ahlâkî Yozlaşma Anaforu Sû-i Zan Şahıslar ve olaylar hakkında değerlendirmelerde bulunurken, olabildiğince iyi niyetli davranmak ve her hâdiseyi hayra yormak sâlih bir mü'minin şe' en yaygın uygulamalardan birisi şüphesiz 'algı oluşturma'dır. Fert, grup hattâ devletlerin, hedef kitlelerini ikna etmek ve kendi bakış açılarından dünyaya bakmalarını sağlamak için müracaat ettikleri yöntemlerden birisi olan algı oluşturmanın, uygulayıcılar açısından bazı faydaları olsa da, uygun, ölçülü ve sağlıklı yollarla yani meşru bir şekilde yapılmadığında ciddi içtimâî problemlere de sebep olabildiği tartışmasızdır. Bu problemlerden birisi de, en büyük ahlâkî zafiyetlerden sayılan, başka birçok yanlış düşünce ve davranışa kapı aralayan ve neticede kişiyi tam bir ahlâkî yozlaşma anaforuna düşüren sû-i kesin delillere dayanmadan, kulaktan dolma bilgilerle bir kimse hakkında yersiz ithamlarda bulunmak mânâsına gelir. Kulaktan dolma bilgiler de bulunmadığı hâlde, birisi hakkında ithamda bulunmak ise hem yalan, hem iftiradır. Biz, sadece söylentilere dayanarak ve niyet okuyarak bir kişi veya topluluk hakkında hüküm verme veya onlar hakkında öyle düşünme mânâsındaki zan üzerinde durmak gibi Din; inanç, amel ve ahlâk sacayağına oturmaktadır. Öncelikle inanılması gerekenlere inanmalı iman, ardından da bu imanı güçlendirmek ve korumak için amel ibadet etmelidir. Bu ikisinin netice ve meyvesi ise, Allah-insan ve diğer varlıklar eşya arasındaki münasebetleri düzenleyen ahlâklı yaşamadır. Öyle ise, 'Dinin asıl gayesi kişiyi ahlâklı kılmaktır.' demek mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim."1 buyurarak bu gerçeğe parmak basmış ve peygamberlik müessesesinin kuruluş gayesinin güzel ahlâkı yani Allah-insan-eşya arasında en uygun ve sağlıklı münasebetleri kurmak olduğunu belirtmiştir. "Namaz insanı her türlü kötülükten alıkoyar." Ankebut Sûresi, 29/45 "Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Umulur ki, takvâya erersiniz." Bakara Sûresi, 2/183 "Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın." Tevbe Sûresi, 9/103 mealindeki âyetlerden, ibadetten kastın insanı kâmil ahlâk sahibi yapmak olduğu vazettiği ahlâkî prensipler insan fıtratına uygundur, dolayısıyla evrensel ahlâk prensipleridir. Bu prensiplerin emredilenleri her yerde iyi, yasaklananları da her yerde kötüdür. İşte her yerde kötü olan dolayısıyla yasaklanan, haram ve kul hakkına tecavüz olan davranışlardan biri de sû-i Hak genel olarak zan hakkında şöyle buyuruyor يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلاَ تَجَسَّسُوا وَلاَ يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا "Ey iman edenler! Zandan çokça sakının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin!..." Hucurat Sûresi, 49/12 Bu âyet-i kerîmeyi tefsir mahiyetinde Buhari ve Müslim'de rivâyet edilen bir hadîslerinde Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyuruyor إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ وَلَا تَحَسَّسُوا وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا تَحَاسَدُوا وَلَا تَدَابَرُوا وَلَا تَبَاغَضُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إِخْوَانًا "Zandan sakının. Çünkü zan, hatıra gelen sözlerin en yalanıdır. Başkalarının konuştuklarını gizlice ve kötü niyetle dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun."2Zikredilen âyet ve hadîste geçen zan kelimesi, kesin delil olmamasına rağmen elde edilen bilgiyi kabullenmek ve ona göre amel etmek mânâsına gelmektedir ki, buna İslâm kültüründe sû-i zan denir. Sözlerin En YalanıÂyet ve hadîslerde sû-i zannın haram olan ahlâkî bir zaaf olduğuna işaret edildikten sonra sebep olabileceği diğer ahlâkî zaaflara da dikkat çekilmiştir. Ama öncelikle sû-i zannın 'sözlerin en yalanı' olduğuna değinmek lazım. Bu ifade sû-i zannın yalandan daha ağır bir günah olduğuna işaret ettiği gibi, kişinin bu meseleyi kendisiyle konuşmasının yani hayallerine onu misafir etmesinin hatırına getirmesinin de uygun olmadığını ifade etmektedir. Zîrâ yalan söylenen söz sadece bir sözdür ve ağırlığına göre tahribatı bulunmaktadır. Ancak zannın hayalde çoğaltılıp abartılması ve neticede, şeytanın vesvesesiyle, komplo teorilerine varacak hâle gelmesi muhtemeldir. Onun için de sû-i zan sözlerin en yalanıdır ve bir konuda yalan söylemekten daha kötü ve hakkında sû-i zanda bulunup sözlerin en yalanını irtikâp eden kimsenin işleyeceği ilk günah gıybettir. Doğru bile olsa, Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve sellem ifadesiyle "Kişinin her duyduğunu söylemesi ona yalan ve günah olarak yeter."3 iken, yalan ve kulaktan dolma söylentilerle başkasını çekiştirmek daha büyük bir günahtır ve ahlâkî bir zafiyet olan gıybettir; hattâ ondan da öte iftiradır. Maalesef toplum olarak basın ve sosyal medyada duyduklarımızla birçok kişiyi karalamanın bizi yuvarlayacağı ahlâksızlık anaforunun farkında değiliz ve o baldan tatlı görünen zehiri her gün içmekte yani gıybet etmekteyiz ve iftirada bulunmaktayız. Zîrâ tıpkı gıybet gibi, sû-i zan da tatlı bir zehirdir ve Şeytan onu süsleyerek sunar. Şu âyet bu gerçeğe parmak basmaktadır بَلْ ظَنَنْتُمْ أَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ إِلَى أَهْلِيهِمْ أَبَدًا وَزُيِّنَ ذَلِكَ فِي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ وَكُنْتُمْ قَوْمًا بُورًا "Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine artık geri dönemeyeceklerini zannettiniz. Bu zan, gönüllerinizde allanıp pullandı ve yerleşti. Kötü zanlara düştünüz ve helâki hak etmiş kimseler oldunuz." Fetih Sûresi, 48/12 Gizli Hâlleri AraştırmaSû-i zanda bulunan kişi maalesef gıybet etmekle yetinmez; yine ahlâkî bir yozlaşma olan 'muhatabının gizli hâllerini araştırmaya' başlar. Günün teknolojisi dâhil her vasıtaya müracaat ederek onun mahremine girmeye, ona ait eski defterleri açmaya, onun hakkında bilgi toplamaya… koyulur. Şâyet sû-i zanda bulunan kişi halk arasında itibarı olan bir şahıs ise, yalancı çıkmamak için o zannını kulaktan dolma dedikodular, oluşturulmuş sahte belgeler, kurgulanmış fiiller, yalanlar, iftiralar vb. ile doğrulamaya çalışır. İşte menfi mânâdaki algı operasyonları da tam burada devreye girer ve fonksiyonlarını eda eder. Neticede insanın mânevî dünyasının bütünüyle harap olacağını buyurur Cenab-ı Hak وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولَئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْئُولاً "Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalb gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir." İsra Sûresi, 17/36Bu arada, hadîste belirtildiği gibi, muhatabına karşı ciddi bir kibir içine girer. Zîrâ, 'Hedef kitlenin onu kendi istediği gibi algılamaları, onun daha üstün/başarılı olduğuna inanmalarıyla doğru orantılıdır.' diye düşünür ve bu sâikle muhatabına üstten ve Hasedİmam Müslim'in rivâyet ettiği hadiste Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, müminlerin kendi aralarında 'tenafüste' bulunmamasını da emretmektedir. Her ne kadar 'hayırda yarışma' mânâsında tenafüsün müspet bir anlamı varsa da, burada dikkat çekilen husus, bazı haksız uygulamalara da müracaat ederek bir konuda kıyasıya rekabetin yanlışlığı ve bunun sû-i zannın bir meyvesi dikkat çekilen ve sû-i zan, tecessüs ve kibre eşlik eden diğer bir ahlâkî zafiyet de hasettir. Fahruddin Razî'ye göre Şeytan'ı şeytan yapan duygu olan hased, yedi başlı bir canavardır ve âdeta bütün kötülüklerin Hasedle alakalı sadece bir iki hadîs-i şerîf nakletmek vahametini tespit adına yeterlidir إِيَّاكُمْ وَالْحَسَدَ فَإِنَّ الْحَسَدَ يَأْكُلُ الْحَسَنَاتِ كَمَا تَأْكُلُ النَّارُ الْحَطَبَ "Sizi hasedden sakınmaya çağırıyorum. Zîrâ hased, ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi, kişinin amellerini yiyip bitirir." 5لَا يَجْتَمِعَانِ فِي قَلْبِ عَبْدٍ الْإِيمَانُ وَالْحَسَدُ "Bir kişinin kalbinde iman ve hased bir araya toplanamaz."6Kin ve NefretHadîs-i şerîfe göre, maalesef sû-i zan sahibi burada da durmamakta ve zamanla bu zan, kibir ve hasede kin ve nefret de eşlik etmeye başlamaktadır. Yine yukarıdaki hadîse göre, hakkında kötü zanlar beslenilen, ona karşı kibir gösterilen, hased edilen, kin ve nefret duygularına muhatap edilen kişiyle artık dost olmak mümkün görülmediği gibi bir arada olmak da düşünülmez. Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bu noktaya da işaret ederek "Birbirinize yüz çevirmeyin." buyuruyor. Hadîs şarihleri metinde geçen 'tedabür' kelimesini şerh ederken, 'muhatabından kaçmak, onu dinlememek, selâm vermemek ve selâmını almamak, onunla mücadele etmek, ona düşmanlık beslemek' gibi mânâlar OkumaSû-i zannın sebep olduğu diğer bir husus da niyet okumadır. Niyet okuma, kişinin başkasının söz ve fiillerine kendi zan, ön yargı hattâ düşünce, beklenti ve fikirleri zaviyesinden bakıp ona göre değerlendirmesi ve hükümler çıkarmasıdır. Hâlbuki insan gaybı bilemez, başkasının kalbinde geçene yani niyetine muttali olamaz; o Allah'a ait bir özelliktir. Onun için de Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem eliyle göğsünü işaret ederek "Allah dış görünüşünüze değil kalblerinize niyet bakar." buyurmuştur. Biz ise zahire göre hüküm vermekle mükellefiz. Nitekim Hz. Üsame bir gazvede tam kılıcı indireceği anda şehadet getiren birini öldürünce, Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ona çok kızmıştı. O kendisini, "Korkudan şehadet getirdi." diye savununca, "Kalbini mi yarıp baktın." cevabını Evet, hiç kimse kendisini Allah'ın celle celâluhu yerine koyup niyet okuyamaz; objektif, ispatlanabilir ve herkesin kabul edeceği delillere bakmak, onlara dayanarak konuşmak ve hüküm vermek zorundadır. Cenab-ı Hak delilsiz ithamda bulunanlara şöyle sesleniyor قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَا إِنْ تَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ أَنْتُمْ إِلاَّ تَخْرُصُونَ" De ki Sizin elinizde ortaya koyacağınız bir bilgi, bir belge varsa hemen çıkarıp gösterin! Ama gerçek şu ki, siz sadece kuru bir zannın ardından gidiyor ve düpedüz yalan söylüyorsunuz." En'am Sûresi, 6/148 Özellikle idare etme makamında olanların bu konularda daha dikkatli olması gerektiğini ve onların halka karşı sû-i zanlarının toplumu menfi yönden daha fazla etkileyeceğini Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle vurguluyor إِنَّ الْأَمِيرَ إِذَا ابْتَغَى الرِّيبَةَ فِي النَّاسِ أَفْسَدَهُمْ "Yönetici, halka sû-i zan ile davranırsa onları ifsat eder."9 Zîrâ halkın çoğu gerektiği kadar ilim sahibi olmadığı gibi araştırma yapacak yetenek ve yetkiye de sahip değiller. Durum böyle olunca da ileri gelenlerin yönetici ve âlimler dediklerini kafalarında daha da büyüterek komplo teorilerine ve şehir efsanelerine çevirirler. Cenab-ı Hak halkın bu kısmına şöyle işaret ediyor وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لاَ يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلاَّ أَمَانِيَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَظُنُّونَ "Onların bir kısmı da ümmîdir. Kitap nedir bilmezler. Bütün bildikleri, kendilerine anlatılan birtakım kuruntu ve uydurmalardır. Onlar sadece bir zan içindedirler." Bakara Sûresi, 2/78Başkalarını YargılamaBirinin başına gelen belâ, afet, hastalık, kaza, musibet gibi istenmeyen hususlardan ötürü, "Acaba kime zulmetti, hangi günahı işledi, hangi ibadeti aksattı, hangi hizmetten kaçtı da bu bela başına geldi!" demek veya bu şekilde düşünmek de su-i zandır. Zîrâ özellikle müminlerin başına gelen belâ ve musibetlerin bazıları birer imtihan ve derecelerini yükselten birer mânevî merdivendir. Nitekim âyette, وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ "Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!" Bakara Sûresi, 2/155 buyrulduğu gibi, hadîs-i şerîfte de, مَا يُصِيبُ الْمُسْلِمَ مِنْ نَصَبٍ وَلَا وَصَبٍ وَلَا هَمٍّ وَلَا حُزْنٍ وَلَا أَذًى وَلَا غَمٍّ حَتَّى الشَّوْكَةِ يُشَاكُهَا إِلَّا كَفَّرَ اللَّهُ بِهَا مِنْ خَطَايَاهُ "Mü'min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık bir üzüntü hatta bir ufak tasa isabet edecek olsa, Allah bu sebeple onun günahından bir kısmını mağfiret buyurur."10 buyrulmaktadır. Bu konuda ölçü şudur Kişi kendi başına gelen bir musibet karşısında "Acaba nerede, nasıl bir hata yaptım da bu başıma geldi." diyerek âdeta kendisi için savcılık yaparken; mümin kardeşi için, "Rabbim bu musibetle onun mânevî derecesini yükseltmiştir, günahlarına keffaret olmuştur, telef olan malı sadaka hükmündedir, vefat eden şehit hükmündedir." diyerek onun hakkında hüsn-ü zan beslemeli ve âdeta avukatlığını yapmalıdır. En büyük sıkıntı ve belâları Peygamberler ve büyük Allah dostlarının yaşadığını hatırlamak gerektiği gibi kimseyi yargılama makamında olmadığımızı unutmamalı ve sû-i zanna Konuşmaİlmi, takvası, rehberliği, faaliyetleri ile meşhur zâtların, ilk bakışta anlaşılamayan söz ve davranışları için söylenen 'vardır bir hikmeti' vecizesi de konumuzla ilgilidir. Özellikle tasavvuf kültürüyle yoğrulmuş Anadolu insanı, kâmil anlamda istifade etmek ve himmetine mazhar olmak için mürşide karşı teslimiyetin bir ifadesi olarak bu vecizeye inanır ve sık sık kullanır. Zîrâ o tür şahsiyetleri sıradan kimseler gibi değerlendirmenin isabetli olmayacağını gâyet iyi bilir. Bu da işin kısmen sübjektif ama bir kıymeti haiz yönüdür. Tıpkı Hz. Ebûbekir'in radıyallâhu anh Mi'rac dönüşü Efendimiz'e sallallâhu aleyhi ve sellem bakışını belirten şu sözü gibi "O söylediyse doğrudur." Öyle ise, böyle zâtlardan zuhur edip ilk etapta hikmeti hemen anlaşılmayan veya bazı teamüllere aykırı söz ve davranışlar, apaçık bir şekilde İslâmî ahkâma aykırı olmadıktan sonra, hüsn-ü zanla karşılanmalı ve sabırla işin neticesi beklenmelidir. Burada fikri ve yaşantısıyla içinde bulunduğumuz asrı derinden etkileyen Üstat Bediüzzaman'ın konumuzla ilgili görüşlerini vermek faydalı olacaktır. O, insanoğlunun dört temel hastalığı olduğunu belirttiği yerde bunların yeis ümitsizlik, ucub ibadet ve hizmetlerini beğenip bunlarla gururlanma, kibir ve sû-i zan olarak tespit ederek konumuz olan sû-i zan hakkında şu mühim noktalara dikkat çekerİnsan hüsnü zanna memurdur,Herkesi kendisinden üstün görmelidir,Kendisinde bulunan kötü düşünce ve duyguları su-i zanla başkasına teşmil etmemelidir,Başkasında gördüğü bazı davranışlar, zahiren uygun görünmese bile, hikmetini bilemeyeceğinden, kötü görmemelidir,Özellikle geçmiş âlimlerin hikmetini bilmediği bazı hallerini tenkit ederek sû-i zanda bulunmamalıdır,Ve sû-i zan hem maddî açıdan, hem de mânevî açıdan toplumu Evet Üstad'a göre insanı su-i zanna sevk eden en önemli sebep, kendi mizacının bozukluğu yahut kendi hayat düzeninin çarpıklığıdır. Daima karşısındakileri aldatan, gizli ajandası olan, gayr-i meşru işlere bulaşan bir insan, başkasının söz ve davranışlarını şüphe ile karşılar ve her işin altında bir hile, bir oyun başka bir yerde ise sû-i zan hakkında şu ifadeleri kullanmaktadırGüzel gör, hem güzel bak, tâ güzel bil, hem güzel düşün, tâ leziz hayatı içinde hayattır, hüsn-ü zanda zanla yeistir saadet muharribi, hem de hayatın Neticeİşte sû-i zan budur; kişiyi böyle bir ahlâkî yozlaşma anaforuna maruz bırakır ve tamiri çok güç olan şahsî ve içtimâî problemlere sebep zikredilen ilk hadîs-i şerîfin sonunda Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem sû-i zandan kurtuluş çaresini veciz bir şekilde vermektedir "Ey Allah'ın kulları! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun." Demek ki yukarıda izah edilen ahlâkî zafiyetten kurutulmanın tek yolu kardeşlik hukukuna riâyet etmektir. Şüphesiz kardeşlik hukukunun temel prensiplerinden birisi de, hüsnü zannı da aşarak ona sallallâhu aleyhi ve sellem, ibadet-ahlâk münasebetine de dikkat çekmektedir "Hüsnü zan kulluktaki kemalin eseridir."13 Öyle ise, gereğine uygun olarak ihlâsla ibadet edenin sû-i zanda bulunması düşünülemez; zîrâ ibadet bu kötü hastalığı tedavi ederek yok eder. Evet, biz kâmilen ibadet etmekle yani hüsnü zanla mükellefiz ve kardeşliği yani sağlıklı, birbirine güvenen bir toplumu ancak bu yolla hakkı ve psikolojik bir hastalık olan sû-i zandan kurtulmadıkça ne dinin vazediliş gayesine uygun yaşayabilir, ne de Allah'ın rızasını kazanıp cennete ehil bir fert olabiliriz. Aksi ispatlanıncaya kadar, yani isnat edilen suç hakkında kesin deliller ortaya konuncaya kadar herkes masumdur. Rabbimiz bizi bu konuda şöyle ikaz ediyor يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ "Ey mü'minler! Size fâsık biri bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz." Hucûrât Sûresi, 49/6 Demek ki haberin gelmesi ve yayılması da yeterli değildir, haberin kaynağı araştırılmalı ve belgesi ortaya konmalıdır. Kısacası deliller ortaya konarak aksi ispat edilmedikçe herkese karşı hüsnü zanna memuruz. Hukuktaki meşhur masumiyet karinesi de bu düşüncenin özü; iyi niyet, müspet düşünce ve güzel görüş, insanın gönül saffetinin ve vicdan enginliğinin emaresidir. İnsan, bir kere başkalarını sorgulamaya başlayınca sanık sandalyesine oturtmadık hiç kimse bırakmaz; daha baştan hüsn-ü zanna yapışmazsa, herkesi ve her şeyi yargılamaktan uzak kalamaz. Dolayısıyla, her fert nefsiyle hesaplaşırken –ye'se düşmemek şartıyla– kendini yerden yere vurmalı; fakat diğer insanlar söz konusu olduğunda hüsn-ü zanna sarılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, sû-i zanda isabet etmektense hüsn-ü zanda yanılmak daha hayırlıdır. DİPNOTLAR Hüsnü'l-Hulk, 8; Ahmed b. Hanbel, 2/ Buharî, Edep, Müslim, Mukaddime, Razî, Tefsir, I/ Ebû Davud, Edep, Nesaî, Cihad, Bkz İbn Hacer, Fethu'l-Barî, 17/ El-Vakidî, Kitabu'l-Meğazî, 1/ Ebû Davud, Edep, Buharı, Marda, Nursî, Mesnevi-i Nuriye, Katre, Nursî, Sözler, Leme'at, Ebû Davut, Edep, 81. Alıntı
ahlaki yozlaşma ile ilgili ayet ve hadisler